GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Tayfun MARO
YAZARLAR
2 Ağustos 2015 Pazar

Markanın hayata kattığı değer nedir?

Geçen yüzyılda, Ben ve Öteki, birbirine görünmeye indirgenmiş hayatların öznesi olarak sanal kimlikler edindi. “Olmak veya olmamak” meselesini, günümüz dünyasında Shakespeare yeniden dile getirecek olsaydı, “Görünmek ya da görünmemek, işte bütün mesele bu!” Derdi.
  
Günümüz dünyasında insanın asıl meselesi görünmektir. Görüntü ve gösteri, yeni değerlerin esin kaynağı oldu. Ve bu kaynaktan beslenen insan satıhlaştı.
Satıhlaşan insan kendisini markalarla ifade ediyor. Görünmek, kendini ifade biçimidir. Yüzyılın insanı artık bir marka kadar değerli veya değersizdir. Çünkü markanın metalaştırdığı hayatları yaşamak olağanlaştı.
  
Gösteri ve tüketim toplumunda ortaya çıkan yeni değerler sistemi, insandaki derinliklere uzanmıyor. Görüntü ve gürültüden ibaret yeni toplumda, hız, yeni hayatın parametresidir. Biteviye tüketip bir sonrakine geçen insanın bu anlamsız maratonda en fazla ihtiyaç duyduğu unsur hızdır. Tüketim ve hız, kapitalist sistemin küresel döneminin belirleyici özellikleridir.
Hız, kuantum fiziğinin, bilişim teknolojilerinin ve belirsizin biliminin kapitalist sisteme sunduğu bir imkândır. Hızın övünülesi bir maharet olduğu gündelik hayatta kitlesel tüketim en yüce erektir.
 
Metalar dünyasında sanal hayatlar, metaların çeşitlenerek çoğalması sonucu ortaya çıkan gösteri… Tüketicinin ihtiyaçları artık kullanım değerinin verdiği tatmine değil tüketicinin gösteride gördüğü değere bağlı olarak ortaya çıkıyor.
Temsilin de temsilinde ifadesini bulan insan/insan ve insan/meta ilişkileri neredeyse buharlaşacak fakat doğrudan ilişkilerimizi sembollere yükleyerek dolaylamaktan bir an olsun geri durmuyoruz. Meta fetişizminden gösteri fetişizmine hayatımıza musallat olan kitlesel tüketimin girdabında yitip giden gerçeklik yerini bunaltıya bıraktı.
Bilinçaltına istif edilmiş tüketim nesnelerinin imajları tarafından belirlenen tercihlerimiz, sağır ve dilsiz bir tahakküm ilişkisidir. Bir de marifetmiş gibi buna “algı yönetimi” diyorlar.
 
Markaların hayata kattığı değer, olmak yerine edinmeyi seçen ve bu seçimin kendisini önemli kıldığını düşünen insanın değersizliğinden başka bir şey değildir. Ve bu değersizliği mümkün kılan bilgisizlik ve insanlığın bilgi adına içine düştüğü koyu cehalet, kapitalist sistemin arzusu hilafına bir durum değildir.
Bu cehaletle bilgi çağına girdik… Kapitalist sistemin insanlığa yaptığı en soğuk şaka olmalı.
 
Bilgi çağının ortalık yerinde, markalaşmış akıl ile malul insanlık… Gardrob düzen, ayna karşısına geçip o kumaş parçalarından kombin yapan metroseksüel erkekler… Sokağa çıkıp, tıpkı erkeklerden öğrendikleri gibi ana avrat küfür ederek rahatlayan isyankar kızlar… Bu, yeni metropol kültürüdür.
  
Örtünerek veya ağız dolusu küfrederek, kadınlar sokağa çıktı bir kere… Ve erkeklerden daha çok okuyorlar, hayatı daha çok ciddiye alıyorlar. Erkekler gardroblarının önünde ne giyeceğini düşünürken, onlar sokaklarda, gündelik hayatın getirdikleriyle hesaplaşıyor.
Erkek zihni, arabasının motorunun gücüyle meşgul; Erkek, kullandığı telefonun markasını ve fiyatını prestij olarak görüyor, kadınların kullandığı renkleri üstünde taşımayı avangard bir tutum zannediyor.
Kadınlar ise, “amk” ben böyle işin dediler ve sokağa çıktılar… Galiba fırtına biçiyoruz.
Markanın en yüce değer olduğu bu çağda, erkek daha feminen, kadın daha maskülen oldu, iyi mi?