GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Tayfun MARO
YAZARLAR
16 Temmuz 2015 Perşembe

Yalnızlıkta ve hiçlikte…

“Yalnızlık Allah’a mahsustur.” İşte bu tanrısal yalnızlığa her zaman takılmışımdır. İnsanı büyüleyen bir tarafı var. Her ne kadar kâinatın yaratıcısının görkemli yalnızlığı anlaşılır bir durum ise de...
Fakat yalnızlık tanrısal olduğu kadar insani bir durumu da anlatıyor. Öyle ki, yalnızlık bilincinin insanı kendi derinlikleriyle buluşturduğu, içselleşenin insanı aşkınlığa taşıdığı bir buluşma…
Dikkat ederseniz, insanlığın zirvelerine çıkan insanlar yalnız oluyor. Zirveler bu yüzden sakindir.
 
Tanrı’nın yalnızlığı değil ama insan yalnızlığının tanrısallığı beni derinden etkilediği için olmalı, kalabalıklara daima dışarıdan baktım. Yaşamın kıyısında durmak ve hayatı oradan söylemek ihtiyacı da muhtemelen bu duruştan kaynaklanıyor. Yalnızlık bilinci…
Kalabalık görecelidir, bazen üç kişi, bazen üç milyon kişi... İnsanın kalabalıklar ile arasına mesafe koyma ihtiyacı, tam olarak tabi olmanın veya tahakkümün başladığı yerde, bir anlamda özgürleşme ihtiyacı olarak ortaya çıkıyor. Toplumsal alanda üstüne abanan her şeyden kurtulma ihtiyacı…
Hoyratlıktan, özensiz ilişkilerden, vasatların megalomanlığından, kimsenin ötekine saygı duymadığı koşullardan, yalanlardan ve ikiyüzlülükten kaçmak istediğinde, insanın biricik barınağı, yalnızlığıdır.
 
Yalnızlığın ve suskunluğun evreninde, dingin bir ruh ve arınmanın hafifliği kuşatıyor insanı. Zihnin temizlenmesiyle açılan algı kapıları, insanı, gündelik hayatın o hay huyu içinde kör kaldıklarıyla yeniden buluşturuyor. Ve alçaldığı yerden yeniden yükselmeye başlıyor insan.
Baudelaire, “Albatros” adlı şiirinde, gökyüzünde süzülen o görkemli kuşun bir gemi güvertesine indirildiğinde ne kadar aciz ve zavallı göründüğünü anlatır.
Ne zaman, ait olmadığımı hissettiğim bir yerde o baş edilmez yabancılaşma duygusu üstüme çökse, bu şiir aklıma gelir. İşte o an, alıp başımı gitmek vaktidir… Nereye? Hiçbir yere…
Bilemezler, yalnızlığa ve hiçliğe teşne insan hiçbir yerden gitmez; o zaten hiçbir yerdedir.
 
Her türlü bayağılıktan azade, gösteriden uzak, hayata kıyısından bakmak ihtiyacı, yalnızlık bilincinin tezahürüdür. Bu yalnızlık ne melankolidir ne depresyon, sadece bilinçli yalnızlaşma durumudur.
İçe katederek yaşanan bütün anlarda insanın derinliklerinden benliğine yayılan yalnızlık duygusu, insanı sahici kılıyor. Sahicilik ve içtenlik, insani ilişkileri bayağılığın ulaşamayacağı düzeye yükseltiyor.
Lakin bu yalnızlaşmanın sosyal çevreyle arana ördüğü duvar ve koyduğu mesafe, baş edilmesi güç bir uyum sorununu da getirip kucağına bırakıyor.
İnsan zaten uyumsuz bir tür… Uyumsuz olduğundan, doğayı, çevreyi kendine uydurmak için uygarlaşmak zorunda kalmış… Dünyayı değiştirmek, gelişmek, ilerlemek gibi dertleri olmuş… Uyumsuz insanın böyle netameli bir uygarlık serüvenine kendini bütün varlığıyla bağlaması ve onulmaz bilim aşkı, doğaya meydan okuduğu içindir. Ve uygarlık dediğimiz bu büyük örgütlenme, toplumsal alanın insan tekini yutmasıyla mümkün oldu. Kişi/toplum ilişkilerinde kişi haklarını gözeten anlamlı hukuk metinleri yazıldı ama her şeyin kitleselleştiği dünya düzeninde pek etkisi olmuyor. Yeryüzünde olan bitene katlanmak, büyük bir tahammül gücünü gerektiriyor.
 
Tahammül, birlikte yaşama kültürünün temel kavramlarındandır. Nereye kadar, nelere, neden tahammül edebileceğini insanın kategorik olarak bilmesi pek mümkün olmuyor. O sınırları belli belirsiz çizen olguya ise, “farkındalık” diyoruz.
Farkındalık, insanın sosyal ilişkilerini zora sokan, hayatı zorlaştıran nedenlerin belki de başında geliyor. İnsanın kendisini kalabalıklardan soyutlamaya başladığı yerde farkındalık var. Bu hissediş insanı yalnızlaştırıyor ve sessizleştiriyor.
Sessizce çekildiği kıyıdan hayatı izleyen yalnız insan, sözün artık bir şey ifade etmediğini biliyor.
Sözün yerini yalanın aldığı, sözün haysiyetinin kalmadığı aşağılık bir gösterinin ortalık yerinde, sessizlik ve yalnızlık bir imkân gibi sunuyor kendini. Sonlu ile sonsuz arasında, rastlantının kaotikasında, hiçbir tapınağa sığınmadan, yalnız başına...
Hal böyle olmakla beraber, 29 gün boyunca nefsini terbiye edenlerin Ramazan Bayramı kutlu olsun!