GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Adnan SÖKMEN
YAZARLAR
7 Kasım 2017 Salı

Uçurtmayı vurmasınlar...

Yazmak güzeldir...

Hele hele özgürce yazabilmek çok daha güzeldir...

Ama özgürce yazabilmenin bir bedeli vardır...

Daha doğrusu "bedel" denilen şeye esir olmamaktır özgürce yazabilmek...

Düşünsene!..

Yazıyorsun ve bundan maddi manevi hiç bir beklentin yok...

Ne para peşindesin, ne de "şak şak"...

İpi kopmuş uçurtma gibisin adeta!...

Çekenin yok, bırakanın yok...

Öylece süzülüp gidiyorsun gökyüzünde...

Ta ki; rüzgâr kesilip, bir ağacın ya da bir tarlanın üzerine düşene kadar...

O da pek umurunda mı sanki!..

Bitmiyor mu?..

Bitmeyecek mi, güzel olan her şey illâ ki birgün?...

O zaman uç...

Gittiği yere kadar...

Bittiği yere kadar...

Ama asla ipinden çekilen "şeytan uçurtması" olma...

Mesela uçuyorum ben şimdi Ege kıyılarının üzerinde...

Bazen imbatı arkama alıp karaya süzülüyor, bazen poyrazı önüme katıp denize...

Ya da lodosa kapılıp sürükleniyorum günlerce...

İzmir'i seyrediyorum yükseklerden...

Bir yerden bir yere koşuşturan insanlar var aşağıda...

Telaşlı...

Yorgun...

Endişeli, ama kararlı insanlar....

Umutlu kılıyor onların bu hali beni...

"Herkes uyur, İzmir uyumaz" diyorum içimden...

Uyuma İzmir, sakın uyuma sen!..

"Nefes" filmindeki yüzbaşının dediği gibi:

"SEN UYURSAN HERKES ÖLÜR..."

Annen ölür...

Baban ölür...

Evladın ölür...

Eşin ölür...

Dostun, arkadaşın ölür...

Vatan ölür...

Karşıyaka semalarındayım...

Büyük şairi görüyorum balıkçı barınağında...

Lavinia'sı da yanında...

"Günün en güzel saatleri bunlar, üşüyorsan ceketimi al" diyor hatuna...

Gülümsüyorum...

Sonra süzülüyorum sahillere doğru kıyı, kıyı...

Foça'ya uzanıyorum "dedemin insanlarını" görmeye...

Ellerini öpüp sıçrıyorum tam karşıya... 

Çeşme'ye...

Mustafa hoca tavla atıyor Alaçatı'da...

Hiç bulaşmıyorum, oyun ortada...

Yüzde 51'e 49...

Dönüşteyim...

Sırada var Urla...

Tanju abi kurmuş çilingir sofrasını...

Belli ki, toplamış yine eşyaları...

Bırakıyorum onu "kadınıyla" başbaşa...

Ardından içerilere göz atıyorum biraz...

Aydın'dayım!..

Efeler diyarı Aydın...

Yiğidin harman, kahpenin duman olduğu Aydın....

Tek gözü kapalı Aydın'ın!..

Ama umut var...

Uykuda değil henüz...

Çünkü kıyılar ışıl ışıl, rengarenk...

Selçuk'un tepelerinde matematik konuşuluyor...

Kuşadası'nın dalgalarına Poseidon'un mızrağı saplanmış...

Bir küçük tebessümle sekiyorum Muğla'ya doğru...

Kent sessiz!..

O ödünç aldığım tebessüm kayboluyor dudaklarımın kıvrımlarından...

Ta ki, gelene kadar Halikarnas'a...

Balıkçı'yı görüyorum beyaz yelkenlisinde...

Telaşla bağırıyor bana:

"Aganta Burina Burinata"...

Cevap veriyorum ben de ona: 

"Tutuyorum yelkenleri Balıkçı... Tutuyorum, sen çık mavi yolculuğuna..."

Ve kaybettiğim o tebessüm yine yapışıyor dudaklarıma...

Şimdi "Mekanım Datça olsun" diyen Can Baba'nın mekânındayım...

Köydeki evinin tam üzerinde!..

Baba açmış yine şişeyi, mırıldanıyor hınzır hınzır...

Biraz da öfkeli...

Soruyorum: "Baba nedir seni bu kadar kızdıran?.."

Bakıyor yukarıya ters ters...

Tam "Sana ne ulan uçurtma...." diyecekken, vazgeçiyor sıralıyor dizeleri:

Şişede durduğu gibi durmaz ki kafir...

Tutar insana insanIarı sevdirir...

Kimi de tutamağı tutar...

Tutar insanı insanIardan bezdirir...

İşte böyle dostlar...

Daha doğrusu şimdilik böyle...

Eee, yoruldum ben...

Ama merak etmeyin...

Dinleniyim biraz şu bulutun üzerinde, uçacağız yine birlikte...

Siz sadece dua edin...

Uçurtmayı vurmasınlar...