GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Nuray ÖTGÜNÇ
YAZARLAR
25 Eylül 2009 Cuma

Olma Keser Gibi Hep Sana Hep Sana’…

Başbakanımızın Medeniyetler İttifakı Sekreterliği’’nde, ’‘Global Compact-Küresel Etki’’ başlıklı konuşmasıyla ilgili ayrıntıları haberler de dinlerken bir taraftan da mutfakta yemekle haşır neşir olmaya çalışıyordum.’¶
 
Pür dikkat televizyonun sesine odaklanmış olarak elimdeki soğanı kesmeye çalışırken başbakanımızın tüm ülkelerin tüketim ve verim ekonomilerinde denge sağlamaları gerektiğini söylediğini duydum.
 
Ardından ’“Küçük Tayyip okula yaya giderdi. Okula giderken annem elimden tutmazdı. Ayakkabılarım delik deşikti. Yağmurda, kışta, sıcakta ayaklarımın kızardığını bilirdim’” sözlerini işittiğim.
 
Kafamı kaldırıp televizyona baktığımda ise artık gözlerimden akan yaşlara engel olamıyordum.
 
Bu gözyaşlarım elbet de elimdeki soğandan değildi.
 
Çok duygulanmıştım.
 
Azmin insanlara neler yaptırabildiğinin örneğiydi.
 
Oğlu bilmem kaç milyon dolarlık gemicik aldığı için kızıyordum önceleri. Koluna bilmem kaç bin dolarlık saat taktığı içinde.
 
Kızmamam gerekiyormuş halbuki.
 
Rize'den İstanbul’’a geldiğinde ayakkabı alacak parası dahi olmayan başbakanımız elbet de marka ayakkabı giyecekti.
 
Kendisi çok yoksul bir ailede büyümüş olmasına ve otomobilleri bile olmamasına rağmen, İstanbul’’a geldikten 25- 30 sene sonra azimli çalışmaları sayesinde,  hatırı sayılır bir servet sahibi olmasına da kızmamam gerekiyormuş.
 
İki oğlunun satın aldığı arsa ve villalar için de kafa yormam ne kadar mantıksızmış meğer.
 
Her ne kadar oğlunun düğününde takılan takıların çok büyük katkısı olmuşsa da, bu servetin en büyük hakkı olduğuna inandım artık.
 
Ve anladım ki,
 
Ülkemde geçim sıkıntısının had safhada olması, işsizlik gibi bir öldürücü virüsün geçmiş yıllardan kat be kat fazla olması ve vasıfsız işçileri bırakın, üç üniversite mezunundan ikisinin de işsiz olması kişilerin bireysel suçuymuş.
 
Hükümet politikalarınsa ise hiç mi hiç suçu yokmuş’…
 
Şimdi rahmetli babama kızmak istiyorum.
 
Sokağa çıktığımda bana kaşlarını çatarak köşe başından ayrılma dediğinde hangi köşe başında olmam gerektiğini öğretmediği için
 
Babama kızmak istiyorum. Çünkü bize delik ayakkabı giydirmediği için, biz elinden tutmak istememize rağmen rahmetli anneme zoraki elimizden tutturduğu için
 
Fakat kızamıyorum’…
 
Tek köşenin, sokak köşesi olduğunu, yanında katık olmadan da emekle kazanılan kuru ekmek tadının, kuş sütü eksik masalardaki yiyeceklerden daha lezzetli olduğunu bize öğrettiği için.
 
Ben babama sonsuz saygı duyuyorum.
 
Çünkü bizlere bencillik, vurdumduymazlık, adam sendecilik, bahanecilik ile bananecilik ve benden sonraki mantığını benimsetmediği için.
 
Ben babama minnet duyuyorum’…
 
Çünkü elinde kalan üç kuruşu etrafıyla paylaşıp, paylaşırken de bizlere;
Paylaşmanın dertleri azaltan, sevinçleri çoğaltan, kazanca anlam katan harika bir olgu olduğuna inandırdığı için.
 
Belki benim gemilerim villalarım hanların hamamlarım yok ama kulağımda 70 yılların sonlarından gelen annemle babamın tatlı fısıltıları var.
 
Babam sosyalizmin paylaşmak olduğunu hiç aklından çıkarmayarak, biriktirmeye çalıştıkları parayı eşine ’– dostuna işleri görülsün diye dağıtmaya devam eder,
 
Annem de  ’‘’’ Adam bu nereye kadar böyle sürecek’’’’ diye sitem ederdi.  
 
Babamda ’“Olma keser gibi hep sana hep sana. Ol testere gibi bir sana bir bana.’” der arkasından da eklerdi;
 
’‘’’Aman hatun neyimize bizim para, olsun bulgurla tarhana,  fakirlik bizden yana’’’’ diye.