GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Tayfun MARO
YAZARLAR
7 Aralık 2018 Cuma

Bu husumet nereye kadar!

“Çankaya, Beşiktaş, Kadıköy, Şişli gibi yerlerdeki seçim sonuçlarına bakın hiçbirinin ülke gerçekleriyle ilgisinin olmadığını görürsünüz.

Türkiye yansa da şaha kalksa da bunların umurlarında değildir. Buralardaki seçmen profili Türkiye pastasının kaymağını yiyen kesimden oluşuyor.”

Cumhurbaşkanı Erdoğan söyledi bunları…

Önce “Beyaz Türkler” dediler. Ve bu kategoriye dâhil ettiklerini, “millet” dediklerinden soyutladılar.

Daha ziyade, kıyılarda yaşayan, Cumhuriyet rejimini benimsemiş Atatürkçü, Aydınlanmacı olarak bilinen eğitimli ve batı kültürüne aşina seküler toplumdur, kastedilen.

Seküler toplum şimdi de hedef gösteriliyor. Bu insanların yaşadıkları yerler işaret ediliyor. “Ülke gerçekleriyle ilgisi olmayan fakat Türkiye pastasının kaymağını yiyen” kesimler olarak tanımlanıyor. “Yoksulluğun nedeni onlar” algısı yaratılıyor.

İslamcılarla laikler, Müslümanlarla Aleviler, Türklerle Kürtler arasında yükselmeye başlayan duvarların, bu sosyal grupların birbirini duymasını engellemesi yakındır.

Farklılıkların öne çıkarılmasıyla oluşan ayrışma ikliminde, sosyal ilişkiler adeta husumetten beslenir oldu.

Bu nefret ikliminde, bir de ülke gerçeklerini umursamadan Türkiye pastasının kaymağını yemekle suçlananlardan isen, yandın kardeşim! Yoksulların elinden çekeceğin var…

Hâlbuki kaymak yediği söylenen o çevreler de hızla yoksullaşıyor. Serveti el değiştirdi. Para başka ellerde…

Oysa asıl meselemiz, eşitsizlik yaratan ekonomik ve siyasal sistemle mücadele etmek olmalı. Yeryüzü nimetlerinin paylaşımında adalet olmalı.

Gelin görün ki, iktidar sahipleri böyle düşünmüyor… Birbirine girmiş din ve etnisite gruplarının çıkmaz sokaklarda debelenmesinden medet umuyor, efendiler.

Toplumları yöneten bütün iktidar zümrelerinin asıl meselesi; sürgit iktidar olmak...

Muktedirler, iktidarlarını korumak için insanlığı savaştırmakla ünlüdür. Tarih böyle yazıyor; Birbirini savaşarak yok eden halkların “kahramanlık” hikâyeleri…

Dünya veya ülke ölçeğinde, hiç fark etmiyor; iktidarlar mutlaka kültürel farklılıklardan besleniyor. Din, dil, ırk gibi kültürel aidiyetler salt bir ayrışma unsuru olarak değer taşıyor.

Biri camiye diğeri kiliseye veya havraya gittiği için birbirine örtülü veya açık husumet besliyor. Aynı dili konuşmamak, farklı inanç gruplarına ait olmak, birbirini anlamak isteği uyandırmaktan ziyade, dışlamanın mazereti olarak kabul görüyor. İnsanlık durumu iyi değil.

İnsan dediğin, zaafları olan kusurlu bir yaratık… Muktedirlerin bu zaafları kullanarak insanı teslim almayı öğrenmesi, mülkiyetin keşfiyle mümkün oldu.

Sonuç olarak; Efendiler, husumetten beslenen toplumsal ilişkileri yönetmeyi çok seviyor. Sorunları yönetmek, yönetenleri güçlü kılıyor, iktidar olanaklarını çoğaltıyor.

Ne kadar savaş, kavga, husumet,  o kadar güçlü efendiler…

O halde, durmak yok, yola devam!