GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Kemal ARI
YAZARLAR
23 Eylül 2020 Çarşamba

Atatürk büyüktür…

Niçin?

Her yönden...

Sayılamayacak kadar çok şey var, O’nun büyüklerin en büyüğü olduğunu ortaya koyacak...

Bu bir övgü mü?

Değil...

Niçin?

Çünkü Atatürk’ün övgüye ihtiyacı yok... O yaptığı işle büyük...

Ne kadar onu övmeye çalışırsanız çalışın, onun büyüklüğü yanında bu övgü, çiğ kalır…

Onu bu denli büyük yapan şeyler neler?

Neler değil ki?

***

Bir kere; dağılan bir imparatorluktan, bir ulus devlet yarattı…

Oysa ortada, modern dünyanın tanımını yeniden yaptığı ulus/millet bilinci tam olarak oluşmamıştı…

İkinci Meşrutiyet döneminde bir kıvılcım parlamış, ulusal benliğe doğru kendine özgü tarihsel çizgi üzerinde kimi adımlar atılmıştı.

Ancak yetersizdi… İmparatorluk o denli yoksul bir Anadolu bırakmıştı ki; Türk Halkı denilen topluluk, dönemin tarım ülkelerinin düzeyinde bile değildi… Atatürk; onca olumsuz koşula karşın, önce kuldan birey yarattı, sonra o bireylerden ulusu oluşturdu...

***

Bu yöntem, tarihin akışına tersti. Ancak bunu başardı. Ve o ulusu, demokratik bir amaca yöneltecek pek çok kavramsal ve kurumsal dönüşümü gerçekleştirdi…

Örneğin, okuma yazma seferberliği; yazı devrimi; Türk kültürünün canlandırılışı ve öz benliğe yöneliş hamleleri; dil ve tarih devrimleri, Anadoluluk bilincinin uyandırılışı... Toplumsal yapıda kadınla erkeğin eşit düzeye gelişi, sanayileşme atılımları; tarımda devrim... Hangi biri tek tek sayılabilir ki!

Bütün bu değişimleri yalnızca sıralayıp sayarsanız, bir anlam çıkaramayabilirsiniz. Bir kulaktan girip öteki kulaktan çıkacaksa kuru bir tarih bilgisi olarak, hiç bir anlam taşımayabilir…

Ancak yalnız yazı devrimini düşünelim:

Önce hazırlıklar yapılıyor...

Kurullar oluşturuluyor ve yazı devrimi üzerine çalışılıyor.

Temel amaç, Osmanlıca denilen alfabe ile yazma güçlüğü; bu yazının batı dünyasına açılışı engelleyişi... Batıya yöneliş atılımının bir parçası olarak yazı devrimi...

***

Bu çok mu gerekliydi?

Hem de çok...

Niçin?

Çünkü batı dünyası aydınlanmayı yaşamıştı. Akıl ve bilim, aydınlanma kültürü ile birlikte yaşamın her alanında büyük değişimler, buluşlar yapıyordu.

Doğu dünyası ise; koyu karanlıklar içinde çırpınıyor; zihinsel dönüşümünü yapamadığı için, akıldan ve bilimden uzak, diktatörlük yönetimleri altında, kendini kul ve teba olarak algılayarak yaşıyordu…

Türkiye o siyasal ve kültürel dünyada kalmış olsaydı; ne bireyi, ne ulusu ne de demokrasiyi yaratabilirdi.

Bunu görmüştü Atatürk...

Ve O, ulusunun önünde bir rönesans süreci başlattı.

Ulus, önce adım adım kendini tanıdı.

Önemli olduğunu hissetti…

Ve önüne çağdaş batılı ülkeler düzeyine ulaşmak için, bir amaç koydu.

Ve bu ivme ile Türkiye, gelebildiği yere kadar geldi. Feodalite, önündeki en büyük engeldi. Bunun için toprak reformuna yönelecekti.

Yurttaşlık bilinci yaratmak için yerel beylerin, feodal ağların pençesinden bireyin kurtulması gerekiyordu.

Ancak bu yöndeki çabalara karşı, yüzyılların tortuları içinde birikmiş karşı devrim, keskin bir direniş gösterdi. Bu nedenle, demokrasiye geçiş ancak İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra gerçekleştirilebildi. Bu da Atatürk’ten sonra Türkiye’nin İkinci Adamı olan İsmet Paşa’ya nasip olan büyük bir başarıydı…

***

Şimdi düşünelim:

Türkiye bugün bulunduğu noktada, hangi yönde yol alabilir ve almalı?

Onun içinden koptuğu doğu dünyasının, çağdaşlaşma yönündeki şansı nedir?

Birinci soruya yanıt:

Türkiye için tek seçenek, laik, demokratik cumhuriyeti ilke ve felsefesiyle birlikte yaşamak ve bunun gereklerini yerine getirmektir.

Bu kesin olarak başarılmalıdır…

Başarılamazsa, tıpkı Irak, Suriye ya da buna benzer ülkeler gibi kabile kültürleri ve feodal genler harekete geçer; ulus kavramı çöker ve Türkiye etnik ve mezhepsel çatışmalar içinde parçalanmaya doğru gider.

Doğu dünyasının, bugünkü görüntüye bakıldığında, demokrasiye geçiş şansı yoktur. Bu BOP Projesi kapsamında, başta ABD olmak üzere, güçlü ülkelerin bir fantezisi olarak “ılımlı İslam demokrasisi” olarak tanımlanmıştı…

Ancak bu anlayış yıkılmıştır. Çünkü Arap Baharı denilen yapay demokratikleşme hareketi içinde dalgalanmış ülkelerin hiç birinde, gerçek anlamda bir laikleşme/ sekülerleşme yaşanmadığı için; birey, yurttaşlık, ulus kavramlarının yerleşmesi olanaksızdır. Bu olmayınca demokrasiye yönelmek de kabile düzeyinde kalmış toplumlar için olanaksızdır…

***

Bundan nasıl bir sonuç çıkar?

Türkiye hala örnek olma modelini sürdürmektedir. Türkiye’nin kendi içinde, onun bu yönüne inanmayan, hatta küçümseyen ve tepeden bakan değişik anlayışlar olabilir. Ancak Mısır örneğinden sonra; Türkiye’nin ancak Atatürk’ün kurduğu modern, laik, demokratik cumhuriyet özelliğiyle bölgede önemli bir misyon üstlenebileceğini acı deneylerden sonra batı da anlamıştır…

Bu nedenle BOP Projesi bitmiştir. ABD, bu projesinde başarısız olmuştur. Türkiye’de yıpratılan ulusal ve çağdaş değerlerin yeniden inşa dönemi yaşanacaktır. Çünkü bu değerler ister içerden ya da ister dışarıdan eritilsin; bu noktadan uzaklaşacak Türkiye, bölgede istikrarın değil, zaten bozuk olan istikrarsızlıkların bir parçası olacaktır…

Batı dünyası bunu görmüştür...

Batılı ünlü entellektüellerinden Andrew Mango’nun yaptığı açıklamalara baktığınız zaman; bunu açıkça görürsünüz. Bulunduğu bölgede Türkiye ancak laik ve demokratik yapısıyla bir anlam taşır. Yoksa; bölgedeki öteki devletlerle aynılaşmış bir Türkiye, geriye gitmiş haliyle, ne kendine ne de demokratik dünyaya katkı sunabilir...

Daha önce değişik kereler söylemiştim:

Atatürk ve O’nun başardıkları yeniden keşfedilecektir.

Ya o büyük başarı keşfedilerek, bölge ülkeleri bir aydınlanma yürüyüşüne başlayarak dünya tarihini değiştirecek ya da emperyalizmin elinde darbeler yiye yiye, posası çıkarılmış bir halde bir köşeye atılıvereceklerdir…

İşte Atatürk, hem doğu hem de batı için vazgeçilmez bir model ve örnek bir ülke yaratabildiği için tarihte yer alan büyüklerin içinde en büyük olan Önder’dir...