GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Kemal ARI
YAZARLAR
27 Ağustos 2020 Perşembe

Büyük taarruz

Büyük taarruzun dün yıldönümüydü…

Bugün ikinci günü…

İlk günden bu güne Afyon Uşak hattında düşman hatları yarıldı, önemli tepeler ele geçirildi ve düşmanın direnişi büyük ölçüde kırıldı…

Türk süngüsü Afyon ovasında parlamış; neye uğradığını şaşıran düşmanın iki gün önce, Türkler’i Sovyet sınırlarına kadar kovacakları yönündeki inanış param parça olmuştu…

Ve Anadolu’da büyük bir heyecan patlaması olmuş, umutlar yeşermiş, gözler ve kulaklar cepheye çevrilmiş; gelecek zafer havasını insanlar büyük bir istekle bekliyorlardı…

Ve Anadolu’nun yiğit çocukları, yurt Anaya sahip çıkmışlardı ve sanki haykırıyorlardı:

Hey biz varız, biz…

Hem toprağın altındayız,

Hem üstündeyiz biz!

***

Gelelim o büyük saldırının, huruç hareketinin ilk anlarına:

Gün, henüz doğmamış…

Kocatepe’nin yalçın kayalıkları, üzerine düşen ay ışığıyla şavkıyor… Mustafa Kemal Paşa, ağır ağır kayalıkların üzerinden tepeye doğru yürüyor.

Düşünceli…

Kocatepe sırtları koyu bir sessizliğe teslim…

Koca tepenin karşısında başka tepeler, ondan sonra başkaları ve daha niceleri…

Çıt çıkmıyor.

Ancak, binlerce Türk askeri, siperlerinde…

Topçular hazır…

Eller tetikte…

Günlerce süren yığınak büyük bir sessizlikle gerçekleştirilmiş.

Hep geceleri yürünmüş.

Atların, katırların ayaklarına, kağnıların tekerleklerine çaputlar sarılmış, ses çıkmasın diye…

Şimdi siperlerin içinde askerler, sessiz mi sessiz...

Üzerlerine gecenin ayazı çöreklenmiş ve omuzlarına çiğ yağmış...

Ayazın kan kesici soğuğunu bedenlerinde hissediyorlar…

Ancak yürekleri sımsıcak atıyor, zafer özlemi içinde...

 

Öyle ya…

Yıllarca sürmüştü Türk’ün savaşı, 20’nci Yüzyılın ilk yarısında…

Koşturmaca, yeniden koşturmaca; vuruşmalar, ölümler, yanıp yıkılan evler, barklar…

Bu siperlerde elleri tetikte hazır bekleyen yiğitlerin gözleri önünde şehit olup uçmaya varmamış mıydı arkadaşları; ana, yar, yurt özlemi içinde?

Ve her birinde her an ölüm, nasıl olup da ansızın ve belki de anlamadan çekip alacak onları bu âlemden; kuşku, bekleyiş ve merak içindeler.

Hâkimiyet-i Milliye gazetesi, Gazi’nin ordular arasında düzenlenen bir futbol karşılaşması için Ankara’dan ayrıldığını yazıyor…

Ancak, yanlış bilgi…

Bilinçli olarak bu başlık atılmış…

Gizlilik çok önemli…

Ser verilmiş, sır verilmemiş…

Oysa Gazi, birazdan başlayacak büyük saldırıyı yönetmek için Kocatepe’ye tırmanıyor…

Saat 4.30…

Topların namlularına soğuk yapışmış; zehir gibi ayaz, sabahın ilk ışıklarıyla buluşuyor.

Ve o an:

Gazi’nin emriyle, Kocatepe eteklerinden ilk top ateşi yapılıyor.

Top güllesi, bir yalım kütlesi halinde, gecenin karanlığını yırtarak bir yıldız gibi akıyor ve düşman siperlerinin üzerinde gümbürdeyerek patlıyor; bir ateş topu halinde sağa sola ateş parçaları savuruyor…

 

Bu ilk top atışı, bir endahttır.

Bütün topların açıları buna göre yeniden gözden geçirilir ve birkaç dakika sonra Kocatepe’den onlarca top gümbürdemeye başlar.

Şimdi Kocatepe, Afyon ovalarına doğru bir ateş canavarı gibi ağzını açmış ve yalımlarını boşaltmaktadır…

 

O canavar ağzını bir açar, bir kapatır…

Her ağzını açışında ağzından fırlayan alevleriyle, hedefte ne varsa toz toprak halinde gökyüzüne doğru savrulmaktadır…

Ve Gazi, mavi gözleri, kalpağı ve çatılmış kaşlarıyla, Sarı bir bozkurdu anımsatmaktadır. O, sanki Ergenekon destanının içinden çıkmış gibidir. Emperyalizmin akıl almaz saldırılarına karşı ölüm kalım savaşımına girmiş Türk Ulusu’nun başında, bütün doğu dünyasının ve ezilen ulusların savunmasını yapmaktadır…

Top ateşi sürerken, piyade çoktan namluya fişeklerini sürmüştür bile…

O gün, bir çok tepeyi ele geçirmek için yoğun çarpışmalar yapıldı; göğüs göğüse…

Merminin bittiği yerde, süngüler konuşuyordu…

Tınaztepe ele geçirildi.

Tel örgüler kesildi ve düşman siperlerine girildi. Ardından Belentepe, Kalecik Sivrisi düşmandan temizlendi…

Birinci Ordu, on beş kilometre yürüyerek, düşmanın ağırlık merkezi olan birinci hat mevzilerini ele geçirdi.

Süvari kolordusu da, düşman gerilerine sızmaya başlamış ve ulaştırma kollarına baskınlar yaparak, düşmanın lojistik hizmetlerini baltalamaya başlamıştı.

Ve o gece, bir çok mevzide savaş sabaha kadar sürdü.

27 Ağustos günü sabahın ilk saatlerinde, düşmana karşı yeniden genel bir saldırıya geçildi.

Ve o gün, Afyon düşman işgalinden kurtarıldı.

Başkomutanlık karargahı, kurtarılan bu gazi kente taşındı.

Şimdi Gazi’nin büyük planının en önemli kısmı gerçekleşmeye başlamıştı:

Düşmanı büyük bir çanak içinde toplamak ve imha etmek!

 

Sonra da İzmir’e doğru yalım ateşi gibi akmak ve bu kente düşmandan temizleyerek, Akdeniz’i (O zamanlarda Ege Denizi’ne de Akdeniz denirdi) kucaklamak…

Kan, kan, kan…

Ve ölüm…

Ağıt yakan analar, yavuklular, eşler...

Ve her yavrusunu, ölüm anında kendi bedenine çekip alan ve yüreğine saran toprak ana...

Kutsal yurt toprağı...

Sanki her şehit kanı, yurt ananın üzerinde goncalar halinde açan kırmızı bir gül gibi geleceğe gülümsemektedir…

Ey kutsal Türk toprağı!

Ne mutlu sana ki, senin için ölümü göze alan yavruların var...

Türk toprağına, Türk yurdunun onuru ve namusu için Türk’ün kanı ve yere toprağı kucaklamak ister gibi düşmüş şehitten daha çok yakışan bir şey var mıdır?

Hangi Türk evladı, anasıyla kucaklaşıp, onun sıcaklığında hasretini, acılarını, öfkelerini, dindirmek istemez?

Tamam, kimse ölmesin, kimsenin kanı akmasın...

Gencecik hayatlar sönüp gitmesin.

Ancak, kimse Türk’ün yurdunu parçalamaya kalkmasın.

Sinsi hesaplar içine düşmesin…

Uyuyan devi, kimse rahatsız edip uyandırmasın. Çünkü, Atatürk'e ait meşhur sözdür:

“Söz konusu vatansa, gerisi teferruattır…”