GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Tayfun MARO
YAZARLAR
26 Eylül 2018 Çarşamba

Türk ve müslüman olmak

“Senin Türk ve Müslüman olduğundan şüphem var!..”

Türklüğünden ve Müslümanlığından kuşku duyulan kişi, bu suçlama karşısında ne hisseder?

Korku, öfke, çaresizlik, içine kapanma, isyan, nefret, kin, teslimiyet, savunma ihtiyacı…

Ne hazindir, bu denli yıkıcı dille kaygısını ifade eden Türk ve Müslüman kişi; Türk ve Müslüman olmayı adeta zorunlu bir aidiyet ilişkisi, bir tabu olarak kategorize ediyor. Aksi durumda ise, o kişiyi toplumdan soyutluyor. AKP’lisi de, CHP’lisi de bunu yapıyor.

Bu topraklarda, Türk ve Müslüman olmayan kimseye veya bu kimlikleri popüler kültürün dayattığı formatta benimsemeyen kişiye nasıl kötü bakıldığını çok açık ifade eden yıkıcı sözlere, her an için bir yerlerde, bir nedenle rastlamak mümkün. Durum, “münferit” diyerek geçiştirilecek gibi değil.

Irkın ve dinin bir tahakküm aracı olarak Demokles’in kılıcı gibi tepemizde asılı durması, aidiyet ihtiyacının istismarıyla mümkün oldu.

Toplumsal varlığını Türk ve Müslüman olarak tarif eden ve bu kimliği yere göğe sığdıramayan milletimiz, bilim ve teknolojide topladığımız nalları nedense görmezden geliyor.

Toplumsal hayatın gerektirdiği kurallarla yaşamak zor geldiğinden olmalı, kuralsızlığı gündelik hayatın ayrılmaz parçası yapan milletimiz; bu yüzden, demokrasiyle yönetilmeyi bir türlü beceremiyor.   

Olmayana ergime yöntemiyle kendisini paha biçilmez başarıların sahibi olarak gören ve gösteren günümüz insanı, kofluğuyla göz kamaştırıyor.

Bir ırktan olmak, bir inanca sahip olmak kimseye üstünlük sağlamamalı... Gelin görün ki bu aidiyet ilişkisi, bir Dünya problemi olarak varlığını sürdürüyor. Her etnisite veya din grubu diğerinden üstün olduğuna bir şekilde inanıyor. Ezilen gruplar da emperyalizmde, faşizmde buluyor suçu…

Yeni rejimin ideolojisini yasladığı “yerli ve milli” değerler, Türk ve Müslüman kimliğiyle hemhaldir.

Ve bu durumun, ırkçı ve dini baskıların enikonu artmasına ve Türklüğünden, Müslümanlığından şüphe duyulanların hayatlarının hepten kararmasına yol açması muhtemeldir.

Yani iktidar çevrelerinin dilinden düşmeyen “yerli ve milli” siyasete dayalı “Türk ve Müslüman” kimliği, bir kalibrasyon aygıtı olarak herkesi hizaya sokmaya yarayabilir.

Nitekim Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın son ABD seyahatinde yaptığı bir konuşma haberleştirilirken kullanılan dil ve yapılan vurgu, sanki endişeleri haklı çıkarıyor; “Erdoğan Newyork’ta Türk ve Müslümanlara hitap etti.” Bu ifade, “Kimler ayrıştırılıyor?” sorusunu akıllara getiriyor.

Türklüğü bir etnisite olmaktan ziyade bir kültürel kimlik olarak anlayan kuruluş felsefesi, ulus devletin inşasında önemli rol oynadı. Cumhuriyet yurttaşı bu anlayışla tanımlandı.

Ancak seksenli yıllardan itibaren Türk-İslam sentezi öne çıkarken, kuruluş felsefesinin sorunlu hale geldiğine dair bir tartışma başlatıldı. Ardından da islamcılar iktidara geldi.

Bu değişim sürecinde seküler alanın kuşatılması sonucu, ülkede cemaatleşmenin önü açıldı. Türk ve müslüman cemaat toplumu, yeni sosyolojinin bileşenlerinden oldu.

Türk ve Müslüman olmak, Cumhuriyet’in kuruluş felsefesine göre, yurttaş kimliğinin tanımı değil. Cumhuriyet rejimi, kapsayıcı bir üst kimlik tanımlıyor.

Ne ki batılılaşma hareketinin getirdiği seküler yapı çözülürken, yurttaş kimliği de tıpkı kamusal alan normları gibi değişime uğradı. Türk ve Müslüman kimlik seküler yapının değerlerinden soyutlanarak doğulu kimliğe yaslanması sağlandı. Kamusal alanın din normlarına göre düzenlenmesi gibi…

Türk-İslam sentezinden mülhem yerli ve milli mülahazalarla ortaya çıkan yeni kimlik, muhtemelen postmodern kimlik siyasetinden esinlendi.

Yerli ve milli siyasete dayalı Türk ve Müslüman kimliği, ayrıştırıcı tutumları cesaretlendirdiği ölçüde, zaruret haline gelen yeni toplumsal mutabakatın oluşumuna ket vuracaktır.

Yeni rejimin öngördüğü “Türk ve Müslüman” kimliği üstüne yeniden düşünmeye ihtiyaç var.