GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Neşe ÖNEN
YAZARLAR
4 Eylül 2015 Cuma

Tebaa zihniyetinden demokrasiye geçiş; Türkiye gerçeği

Yaşadığımız çağ yani iletişim çağı, dördüncü devrim olarak nitelense de Türkiye toplumunun tüm bireyleri eşit ve özgür olarak bu devrimin nimetlerinden yararlanmıyorsa neye yarar? Ancak ‘eşit ve özgür’ olarak yararlanma ‘bilinçli bir eylemi’ tanımlar. Tercih olarak ifade edilebilecek bilinçli eylemler üzerinde durmadan önce, bilinçli eylemi gerçekleştirme irade ya da kapasitesinden bahsetmek gerekir…

Biliyorum giriş paragrafı biraz felsefi oldu. Ancak toplum olarak yaşadığımız sosyolojik sorunlara her çözüm getirme çabasının, felsefi tartışma ve açıklamalara muhtaç olduğu gözden kaçan bir husustur. Bu nedenle sorunlara çare üretmeden önce, çarelerin uygulanma imkânı sorgulanmalıdır.

Yüzyıllarca padişah otoritesi altında ve geleneksel şekilde yaşam alışkanlıklarını üreten bir toplumdan; Cumhuriyet rejimine geçildi ve Batı’ya kapı aralandı diye, bireysel ve toplumsal yaşayış tarzını kolayca demokratik değerlere adapte etmesini beklemek bir kandırmacadır…

Bakınız, Batılı değerler yerine ‘demokratik’ değerler nitelemesini kullanıyorum. Çünkü demokratik değerlerin kabul edilmesi için Batılı değerlerin bir bütün olarak kabul edilmesi gerektiğine katılmıyorum.

Batıya ait kurum ve yönetsel ilkeler bir topluma girerken, kendi ahlaki değerlerini de yavaş yavaş şırınga edecektir ve bu kaçınılmazdır. Fakat kendi kültür dokumuzun değişim sürecinde, bizi kodlayan ve iyi olan kültürel özelliklerimiz muhafaza edilerek, bu sızmanın dozu ve içeriği pekâlâ ayarlanabilir.

Konunun başına dönersek, Türkiye genelinde, bireylerin çoğunluğu hala iletişim devriminin sağladığı imkânlardan uzak, uzak olmasa bile bu imkânlardan yararlanma kapasitesinden mahrum ve geleneklerine bağlı olarak yaşamaktadır. Dolayısıyla böyle bir toplumdan, çağdaş demokratik bir topluma kısa zamanda evirilmeyi beklemek hayalciliktir.

Yapılması gereken ne diye sorulacak olursa; toplumdaki zengin ve fakir arasındaki boşluğu daraltmak ile toplumun tüm seviyelerine eşit düzeyde iyi bir eğitim imkânı sunmak diye yanıtlarım. Aslında bu benim kişisel önerim değil. Sosyolojik araştırmalar gösteriyor ki zengin ve fakir ayırımının en az olduğu ve iyi eğitimin toplumun tüm kesimlerine eşit bir şekilde yaygınlaştırıldığı ülkeler sağlık sorunlarının en az yaşandığı ülkeler. Hatta bu ülkeler, dünya ekonomisinde az gelişmiş ülkeler statüsünde yer alan fakir ülkeler bile olsa!

Demek ki insanlar iyi eğitildiklerinde daha sağlıklı yaşamanın yollarını seçebiliyorlar. Çünkü insanlar kendileri için en iyi ve doğru olanı seçebilmek için gerekli bilgi ve donatıma sahipler. Aynı örnekten yola çıkarsak, bizim toplumumuzda da tüm bireyler eşit bir şekilde iyi eğitim görseler, sadece sağlık değil yaşamın diğer alanlarında da –yönetim ve örgütlenme biçimi vs.- kendileri için en uygun ve iyi olan şeyleri seçeceklerdir.


Özetle; demokrasi geleneğinin Türkiye’de yerleşmesi ‘herkesin eşit ölçüde iyi bir eğitimden geçirilmesi’ sorunu ile direk bağlantılıdır. Yoksa yüzyıllardır tebaa alışkanlıkları ile hayatını yönlendiren gelenekçi bir toplumdan ‘devrimci bir atılım gerektiren demokratik tavır’ geliştirmelerini ummak gibi saf bir beklentiyle debelenip dururuz.