GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Gönül Soyoğul
YAZARLAR
24 Kasım 2011 Perşembe

Operasyon… El elde, el başta kalma üzerine

Tam da istenen iklime doğru evrilmiştik.
İzmir üzerine sen/ben kavgasından ziyade, projelerden konuşmaya başlamıştık.
Hükümetin profesyonel hamlelerine ‘tek başına’ da olsa proje hamleleriyle karşılık vermeye çalışan bir başkandan bahsediyorduk.
O tünel oraya olmaz diyorduk.
Tramvay projesinin hattı yanlış diyorduk.
Stat oraya olmaz, buraya yapılır diyorduk.
35 proje yetmez, anca eksiği kapatır, kenti uçurmaz, dahasını isteriz diyorduk.
Hükümet-Büyükşehir yarışından öncelikle İzmir karlı çıkacak, yıllardır hizmet bekleyen kentli ‘ilk kazanan’ olacak diyorduk.
Kent yenilenecek, eskiyenler/çürüyenler deprem yıkmadan yıkılacak diyorduk.
Nereden başlanacağı, yeni kentin nereye/nasıl inşa edileceği ve yıkılacakların nasıl daha çağdaş ve insani olması gerektiği üzerine tartışıyorduk/konuşuyorduk.
Diyorduk da diyorduk…
Kenti konuşuyorduk, hizmetleri tartışıyorduk, nelerin aciliyeti olduğu üzerine düşünüyorduk.
Ama ne oldu?
Artık operasyonu konuşuyoruz.
Neden yapıldığını, kimlerin bu işin içinde olabileceğini, kimlerin masum olabileceğini… Operasyonun kaçıncı dalgalara gidebileceğini…
Aziz Başkan’ın da gözaltına alınıp alınmayacağını, ifadeye çağrılıp çağrılmayacağını…
Ya da hükümetin 36’ncı projesinin ‘Büyükşehir’i tepelemek’ olup olmadığını…
 
Yani/yine, taaaa en başa döndük.
Yine ‘el elde/el başta’ kaldık.
İzmir kaybetti demek için belki erken ama…
İzmir yine/yeniden zaman kaybetti/kaybediyor demeye, dışımızdan olmasa da içimizden mırıldanmaya başladık.
Dış seslerimizle operasyonu, iç seslerimizle ‘Ah güzel İzmirim’i dillendirmeye durduk…
 
Sahiden üzgünüm…
İnsanların sabah karanlığında evlerinin basılmasından…
Suçlu oldukları henüz bilinmezken ‘suçlu bakışlarla’ izlenmelerinden…
Masum ya da suçlu oldukları anlaşılıncaya kadar yaşayacaklarından, yakınlarının çekeceği sıkıntılardan…
Cezaevine girip de aylarca iddianame hazırlanmasını, neyle suçlandıklarının belirlenmesini bekleyecek olmalarından…
İzmir’in adının ulusal medyada hep ‘yolsuzluk soruşturmaları/operasyonları’yla gündeme taşınmasından…
Kazanıp kazanmayacağımız belli olmayan bir yarışın, hiç değilse heyecanının yaşanmasının/hayalinin kurulmasının bile çok görülmesinden…
İzmir üzerine, hizmet dışında düşünülen ve uygulanan, bilemediğimiz karanlık hesaplardan…
Bilemediğimiz karanlık oyunun seyircisi olmaktan; bu seyri uzunca bir süre yazmak ve konuşmak durumunda kalmaktan…
Güzel ve yorgun İzmirim’in gençleşmesi ve çağdaş imkanlarla çok daha güzel hale gelmesi için ‘neler yapılabileceği’ üzerine beyin fırtınaları yapmak varken; beynimizi ‘bu operasyon niye yapıldı/şimdi ne olacak’ gibi endişelerle/sorularla kullanıyor oluşumuzdan…
Kentin fonunda ısrarla çalan ‘bir adım ileri/iki adım geri’ müziğinden…
İşlerin ‘tepki nedeniyle’ değil, ‘aman bi hata yaparım’ korkusuyla yavaşlayacağından ve bu korkunun daha da çok hata yapılmasına yol açacağından…
Bu ortamda gerçek bir ideolojik tartışma yapma imkanının bir kez daha elimizden alınmış olmasından; kenti/ülkeyi yorumlayacak zengin fikirler yerine, konuşmaların eskisinden çok daha hızla ilkokul münazaraları haline dönüşeceğini/dönüştüğünü görmekten…
Ve daha uzatılacak pek çok sebepten dolayı…
Sahiden üzgünüm.
 
Bu duygu, asla bir umutsuzluk değil.
Ama ‘umuda yolculuk’ta, ‘hedeflenen yer’ yerine adı bilinmeyen bir kara parçasına çıkmak ve yeni bir yolculuk/menzil için, henüz ne yapılacağını bilmiyor olmak gibi,
Yeniden aynı enerjiyi bulabilmek amacıyla nefeslenmeye çalışmak gibi…
Sıkıntılı bir hal, bir durum…
 
Hal böyleyken…
Herkesin bildiği ya da görmek/duymak istediği bilgileri bir şekilde duyduğunu/izlediğini varsayarak, biraz da duygulardan bahsetmek ihtiyacıyla kaleme alınmış bir yazıdır bu da. Düşüncelerin yanı sıra duyguların da önemli olduğunu bilenler, anlayacaktır zahir…