GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Nedim ATİLLA
YAZARLAR
19 Ekim 2017 Perşembe

Menu For Change: Tarım… Tarım…

Pazar günkü yazımızda Slow Food Hareketi'nin başlattığı yeni kampanyadan söz etmiştik… Bugün kaldığımız yerden devam edelim…Tarım, tarım, tarım… Dünyanın birinci gündem maddesi bu olmalı.

Tarım, gelişmişlik düzeyi ne olursa olsun tüm ülkeler için yaşamsal önem taşıyan bir sektör. İnsan yaşamının temel gereksinimlerini karşılaması, tarımı ülke ekonomileri için vazgeçilmez kılıyor. Hızlı nüfus artışı karşısında gıda kaynaklarının azalması, tarımın önemini kuşkusuz daha da artırıyor.

Zaman zaman dünyanın çeşitli yerlerinde Slow Food’a gönül vermiş dostlarıma Büyük Atatürk’ü anlatırım. Genellikle Atatürk’e karşı kafalarında önyargıları olan bu arkadaşlar dinlediklerinden sonra şaşkınlıklarını gizleyemezler…

Mustafa Kemal, daha cumhuriyet ilan edilmeden tarımın farkına varmıştır. 1 Mart 1922’de TBMM 3. Toplanma yılı açılış söylevinin tarım ile ilgili bölümlerinde ülkemizin tarım ile ilgi durumunu net bir şekilde ortaya koymuştur:

“Efendiler, Türkiye'nin sahibi ve efendisi kimdir? Bunun cevabını derhal birlikte verelim: Türkiye'nin gerçek sahibi ve efendisi, gerçek üreticisi olan köylüdür. O halde herkesten çok bolluk, mutluluk ve varlığa hak kazanan ve buna layık olan köylüdür. Bundan dolayı, Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetinin ekonomik politikası bu önemli amacının sağlanmasına yöneliktir. Efendiler, diyebilirim ki, bu günkü felâket ve yoksulluğun tek nedeni bu gerçeği ihmal etmiş olmamızdır. Doğrusu yedi yüzyıldan beri dünyanın çeşitli yörelerine gönderilerek kanlarını akıttığımız, kemiklerini topraklarında bıraktığımız ve yedi yüzyıldan beri emeklerini ellerinden alıp gereksiz yere harcadığımız ve buna karşılık daima onurunu kırdığımız ve hor gördüğümüz ve bunca özveri ve iyiliklerine karşılık nankörlük, küstahlık ve zorbalıkla uşak durumuna indirmek istediğimiz bu ülkenin gerçek sahibi huzurunda bugün büyük utanç ve saygı ile gerçek durumumuzu ele almamız gerekir.”

Aradan geçen 95 yılda Büyük Atatürk yine haklı çıkıyor: Ekonomik yönden güçlü ülkelerin bu konuma yükselmelerinde, dünyadaki dönüşümleri zamanında öngörerek, tarımı bir endüstri durumuna getirmelerinin payı büyük.

Kalkınmanın süreklilik kazanması, sanayi ve tarım başta olmak üzere tüm sektörlerin geliştirilmesini ve rekabet gücünün artırılmasını zorunlu kılıyor.

Türkiye, Cumhuriyet'in kuruluşuyla birlikte, ülkemiz zengin kaynaklarını verimli biçimde değerlendirmeye yönelmiş, bu kapsamda kalkınmanın temel ögelerinden gördüğü tarım sektöründe de büyük atılımlar yapmıştır.

Cumhuriyet, yoksul köylüden çiftçi yaratılmasını amaçlayan politikaları benimsemiş ve uygulamış, tarımsal piyasaları oluşturmak, köylü ve çiftçileri desteklemek için gerekli kurumsal yapılanmayı gerçekleştiriyor.

Gösterilen çabalara, üretimde ulaşılan sayısal büyüklüklere karşın, Türk tarımının henüz istenen düzeye getirilemediği, sektörün ve geçimini tarımdan sağlayan kitlelerin büyük sorunlarla karşı karşıya bulunduğu yadsınamaz. 

Türk tarımının, verimsizlik, yüksek nüfus oranı, gelir düzeyinin düşüklüğü, hayvancılığın içinde bulunduğu olumsuz durum gibi sorunları sürüyor. Ülkemizin üretim potansiyeli, sahip olduğu kaynaklar ve iklim koşulları göz önüne alındığında, bu durumu kabullenmek güç.

Dünyanın güçlü ülkelerinden biri olmak istiyorsak ekonomi için yaşamsal önemi bulunan tarım sektörünün ve tarıma dayalı sanayinin geliştirilmesi önceliklerimizden biri olmalı. Değişen dünya koşulları yanında, ülkemizin içinde bulunduğu koşullar, tarımın ekonomideki rolü ve etkinliğinin, yeni yaklaşımlarla değerlendirilmesini gerektiriyor. Tarımın yalnızca bir üretim süreci değil, ülkenin geleceğini de yakından ilgilendiren toplumsal bir olgu olduğu unutulmamalıdır. 

Ekonomist olmaya gerek yok… Türk ekonomisinin istikrara kavuşturulabilmesi, ekonomik dengelerin yerine oturması kadar, üretimin artırılması ve sürdürülebilir bir büyüme hızının gerçekleştirilmesiyle de doğrudan ilgilidir.