GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Hanzade ÜNUZ
YAZARLAR
2 Mayıs 2016 Pazartesi

Kaybetmeyi öğrenmek

Prof. Dr. Yankı Yazgan’ı dinlemek gerçekten keyif.

Hem başarılı bir psikiyatrist ve yazar, hem de karizmatik bir İzmirli olan Yankı Yazgan’ın İstanbul’da seans ücretinin 1.500 TL.’ye yakın olduğunu bildiğim için ünlü ismi 90 dakika ücretsiz dinleme fırsatını kaçırmadım.

Son derece sempatik ve doğal bir konuşmacı olan Yankı Yazgan, Ege Bölgesi Sanayi Odası meclis salonunda verdiği konferansta duygusal zeka kavramını ele aldı.

Konuşmasına duygusal zeka kavramını bulan Yale Üniversitesi Başkanı Peter Salovey’in, “Herkes bir konferansa gelip duygusal zekayı (EQ) öğrenip, sonra nasıl kullanırım diye öğrenip gitmek istiyor. Öncelikle böyle bir umudu keserek bu işe başlayalım” sözüyle uyararak başladı.

Ben de bu yöndeki umudumu keserek, “Tamam öğrenip hemen  kullanmayalım ama bari birazcık anlayalım” dedim ve kulaklarımı dört açtım.

Tabii  “Ne söylediğin değil, karşındakinin ne anladığı önemlidir” sözünün hakkı  saklı kalmak kaydıyla…

Prof. Dr. Yankı Yazgan ne anlattı?

Ben ne anladım dersek…

Duygusal zekanın bir marka kavram olduğunu...

Hareketlerimizle duygularımız arasındaki ilişkiyi anlattığını...

Duygunun düşünceden hızlı olduğunu...

Negatif duygunun, pozitif duygudan daha hızlı olduğunu...

Duygusal zekanın duygusal ve hassas olmak ile doğrudan ilgisi bulunmadığını...

Duygularını, zaaflarını ve karşılanmamış ihtiyaçlarını bilmek olduğunu...

Duygusal zekası yüksek kişilerin gündelik ilişkilerde  kendini kaybetmeyen, duygusal farkındalığı yüksek insanlar olduğunu...

Anladım.

Prof. Dr. Yankı Yazgan konuşmasında duygusal zeka ve demokrasi ilişkisine göz attı.

En büyük zalimlerin zamanında birileri tarafından ‘sesi kısılmış’ kişiler arasından çıktığını söyledi.

“Demokrasi, özgürlük aslında nasıl bir şeydir” sorusunu şöyle yanıtladı:

“Çocuk yetiştirme insanın birini kendine benzetmesi üzerine kurulduğu zaman aile içinde değişik hissetmeye, farklı düşünmeye izin vermeyiz. Kültürümüzde bu çok yaygındır. Hissettiğini, düşündüğünü ifadenin cezalandırıldığı aile toplum ya da şirketteki kişiler en zalim kişiler olurlar. Dolayısıyla zalim birinin çocukluğuna baktığımızda duygularını ifade etmesine izin vermemiş, sesini kısmış birisinin varlığı büyük ihtimaldir. Fikir ve duyguların ifadesine izin verilen ortamlar güven ortamlarıdır. Ters düşmeye izin verildiği zaman sizinle karşı fikirde ama size negatif bir duygu taşımayan bir hal olur. ‘Beni farklı olduğum için ezmiyor ‘ diye düşündüğünüzde, ki demokrasi özgürlük böyle bir şeydir işler çok farklılaşır. Bize ters gelen durumların hepsini üzerimize alınmadığımızda ve davranışlarımızı yönettiğimizde aslında orada bir duygusal zeka işlemi yaparız.”

Prof. Dr. Yankı Yazgan kendini bilen insanı nasıl tanıyacağımız konusunda ise şu tiyoları verdi:

“Kendini bilen kişi duygularını net ve açık ifade eder. Bizim kültürümüzde duygu ifadesi sitem ve ısrar olarak yapılır. Duyguların doğru anlatılmasının zaten makbul olmadığı bir kültüre sahibiz. Duyguları ifade etmeyi öğrenmek için rol modellere ihtiyacımız var. Nasıl inkılap tarihi okumakla Atatürkçü olunmuyorsa, duygusal zeka nedir diye ezberlemekle de öğrenilmez. Duygusal zeka resimlerine baktığımız yemek kitabı gibi oldu. Bakması, dinlemesi zevkli ama yaşamımıza nasıl yansıyacak? Biz daha çok şiddet, öfke vs. modelleriyle yaşadığımız bir ülkedeyiz. Lider takımının, yani ailede anne baba, okullarda yöneticiler, iş hayatı ve toplumda da liderlerin öncü olması gerekir.”

Son olarak da, siyasetten aşka ve hatta futbola kadar her yanımızı saran ‘Kaybetme tahammülsüzlüğünün’ yani ‘Ya benimsin, ya kara toprağın’ çocuksu tavrının altında yatan bilimsel gerçekleri açıkladı:

“Duygularımızla yatırım yaptığımız bağlılık ve yakınlık ilişkilerimizde kaygı, endişe gibi negatif duyguları, her an her şeyin bozulabileceği duygusunu kafamızdan atamıyoruz. Birçok davranışımız bu kaygı ve korkuyla ortaya çıkıyor. Rasyonaliteyle açıklanamayan birçok absürt davranışımızı bu duygular belirliyor. Birçok ilişkideki davranışımız kaybetmeyi önlemek amaçlıdır. Mesela kadın cinayetlerinde niye öldürdün diye sorduğunuzda, ‘Çok seviyordum’ diyor. Yani  ‘Beni sevmiyor olma ihtimaline tahammül edemedim. Öldürdüm ve böyle bir ihtimali ortadan kaldırdım’ demektir bu. Çocukça bir davranış. Bunu nasıl düzeltiriz? Kaybetmeyi öğrenerek, kaybetmekten dolayı dünyanın sonunun gelmediğini  öğrenerek. Böylece kaybetmeye tahammüllü oluruz. Kaybetmemek için her şeyi yapan bir insan olmazsınız. Kaybetme ihtimali olduğunda, davranışlarımız koltuk gidiyor telaşıyla gelişince haliyle etraf da karışır."