GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Ayda ÖZEREN
YAZARLAR
5 Haziran 2021 Cumartesi

Bu akşam müsaitseniz…

Pandemi, sosyal mesafe, yasaklar, korunma tedbirleri derken bir baktık yapayalnız kaldık. Evlerde çekirdek aileler; ofislerde, iş yerlerinde vardiyalı dönüşümlü mesailer derken birlikte olmayı, oturmayı kalkmayı, aynı sofrada yemeyi içmeyi unuttuk. En sevdiğimiz alışkanlıklarımızdan birisiydi hâlbuki konu komşuya, eşe dosta gidip gelmek.

Misafir olmak, misafir etmek… En doğal geleneğimiz bile yasaklara boyun eğdi.

Misafir odası, misafir terliği, misafir sigarası, misafir bardakları çanakları…

Misafiri sevmeyenin dostu yoktur, misafiri gelmeyenin tozu çoktur derler ya, evler de bizler de tozlandık uzun süre ziyaret edilmeyen perili evlere döndük. Koltukların üzerindeki örtüler hiç kalkmadı, sehpalardaki değerli biblolar büfedeki görünmeyen vitrinlere saklandı. Aynı vazo örtünün aynı yuvarlağında duruyor,  kristal bardaklar parlamıyor, servis tabakları küsmüş, masa örtülerinin kolası gitmiş, peçeteler sararmış, gümüşler kararmış. Şamdandaki mumların boynu bükük yanmaktan değil beklemekten…

 

Kademeli normalleşme kapsamında restoranlardansa gelmişini geçmişini bildiğimiz, korunduğundan daha emin olduğumuz, sosyal mesafe kurallarına da riayet ederek açık havada bir araya gelmeye başladığımız dostlarla buluşmalarımız yürümeye yeni başlayan çocuklar gibi – endişeli, çekingen ve tedirgin. Kendi kendimize olduğumuz zaman o kadar uzadı ki, yanlış yapmaktan çekinir gibiyiz. Hıçkırık ve hapşırık gibi ani gelen vücut tepkilerini bile büyük bir hezimetle karşılıyoruz şimdi sırası mıydı? Hele öksürük…Boğazıma bir şey takıldı, karabiber, oda kokusuna alerji yok yok korona değilim…

 

Kılık kıyafet de bir yandan zorluyor, lastikli, genişleyen onca ev kıyafeti ikinci derimiz olmuştu. Misafirlikte olmaz tabii. Düğmesi güçlükle iliklenen o pantolon, fermuarı zor kapanan o elbise, ah bir de ayakkabılar, canın tabanlarında atıyor sanki. Evinin halılarını özledin şimdiden…

 

Çocukluğuma denk gelen 80’li-90’lı yıllarda haftada en az 2-3 kez akşam oturmalarına gidilirdi. Erkekler salonun bir tarafına, kadınlar diğer tarafına toplanır çocuklar eğer evin oturma odası varsa oraya kışkışlanır, yoksa da orta alanda kuru gürültü yaparlardı. Erkekler siyaset, ekonomi, iş güç konuşur; kadınlar ise seviyeli bir bilgi alışverişi olarak ama ikram tariflerini, ama mahalledekileri ama çocuklarını ya da eşlerini çekiştirirdi. Gecenin bir noktasında odaya gönderilen çocuklardan biri ağlayarak geri gelir, ya itilmiş ya kakılmış ya da dışlanmış olduğu için kıyameti koparır geceyi anne babası için sonlandırırdı. Kimisi de birleştirilmiş iki sandalyede babasının kucağında yatağına kavuşacağından emin bir şekilde mışıl mışıl uyuyakalırdı. Kimi çocuk da diğer çocuklardan hoşlanmadığı için ya annesinin ya babasının yamacında büyüklerin sohbetini dinlerdi.

 

Önce kahveler gelir, kahvenin yanına orta sehpada gümüş gondolun içine dizili paket paket yabancı sigaralar ikram edilirdi. Ne kapalı ortam, ne de çocukların etrafta olması sigara içimine engel olmazdı. İçmeyen bile ikram edildiği için bir tane yakardı. “Yeşil Salem” merak ettiğim bir paketti, nane çok sevdiğimden naneli sigaranın naneli sakız gibi olacağını düşünürdüm sanırım. Bir de her evde rastlanmayan Slim sigaralardan “Eve” vardı. Paketleri pek bir şık, sigarası pek bir alımlıydı.

Sigara şeklinde sakızlar vardı o zamanlar, ne acayip geliyor düşününce…

Sonrasında tatlılar, tuzlular ve ardı arkası kesilmeyen çay servisi başlardı. O zamanlarda içtiğim çayın kokusunu, tadını hala anımsarım. Gece uykum kaçmasın diye bana paşa çayı verirler içine de bir dilim limon atarlardı. Çok severdim limonlu çayı. Çocuklar arasında çay içen bir tek bendim. Kendimi büyük ve olgun hissettirirdi büyüklerin içtiği o çayı onların içtiği ince belli kristal bardakla içiyor olmak…

Misafir on rızıkla gelir, birini yer dokuzunu bırakır” derdi eskiler. O yüzden eve misafir gelmesini pek severdim. Ev kurabiyeleri, poğaçalar, börekler, ortası muhallebili muzlu rulo pasta…Yetmez korkusu ile her şey bolca yapılır, misafir yiyeceğini yer, ama bereketi üç gün sürerdi.

 Misafir bereketti, misafir hoşgörüydü, misafir muhabbetti, mutluluktu, izzeti ikramdı.

Misafirlik görgüydü, kadınlı erkekli çoluk çocuk birliktelikti. Kalabalık, gürültülü, neşeli, kahkahalı, lezzetli, dumanlı tavşankanıydı.

Çocuklar için dört gözle beklenen uykusuzluk, ev sahibi için tatlı bir yorgunluk, misafirler için hoş bir sohbetti.

Hayatlarımızda ne çok şey değişti farkında mısınız?

Neyse ki çayın demi hala var, hayatın gamına inat…

Oğuz Atay’ın dediği gibi…“Biz çayın yalnızlığa iyi gelen tarafını da severiz. Avuçlarken ince belli bardağı hücrelere kadar hissettiren sıcaklığında unuttuk yalnızlığı”