GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Çağdaş ÖZGÜN
YAZARLAR
31 Mayıs 2024 Cuma

Zoraya ter Beek’in ötanazi kararı üstüne

Mutluluk, insan hayatının ‘tek’ amacı olmadığı gibi, daimi yoksunluğunun da kişiyi hayatta kalmaktan alıkoyan bir duygu, durum ya da ihtiyaç sanki. Zoraya ter Beek’in 29 yaşında ötanazi kararı alarak yaşamına son vermesinden bunu hatırlıyor gibiyiz. Ötanazi tartışmaları bir kenarda dursun, fiziksel olarak sağlıklı fakat ağır depresyon, anksiyete ve daimi mutsuzluk gibi psikolojik durumlara sahip kişilerin, özellikle genç insanların, ‘destekli intihar’ da denilen ötanazi hakkına sahip olmaları ne kadar doğru bilmiyorum. Gerçi ruhsal acılar kimi zaman tarifi yapılamaz, kıyaslanamaz, yalnızca ‘katlanılamaz’ hale gelirler ve bu acıyı çeken kişiler ölümü tek çare olarak görebilirler. Ölümden korkan insanın ölümü bir kurtuluş yolu olarak tercih etmesi sarsıcı bir konudur. Mutlu olmanın ve haz almanın sanki bir zorunlulukmuş gibi algılanması hatta sıkıntı, bıkkınlık, sevgisizlik, yas hali, huzursuzluk, mutsuzluk, depresyon ve kaygı gibi haller üzerine çoğu zaman konuşmanın ‘itici’ geldiği günümüz çağında bu ‘olumsuz’ duyguların daha çok paylaşılması gerekmiyor mu? İnsan, bu duyguları paylaştıkça şifa bulmaz mı?

Neşe, umut ve sevgi eksikliğinin yaşamayı imkansız kılabilmesi insan yaşamında araştırılması gereken bir konudur. Bireylerin mutlu, neşeli, umut ve sevgi dolu olmaları bir zorunluluk değildir fakat bu duygu durumlarını hiçbir anında hissedemedikleri ortamlardan olabildiğince uzak durmaları gerekiyor olabilir. Hepimiz güven içinde olmak istemez miyiz? Sürekli karşıma çıkan bir cümlede yazdığı gibi “yaşam hassas kalpler için bir cehennem” halindedir. Zoraya ter Beek gibi bir gencin ötanaziyi tercih ederek yaşamına son vermesi, ‘Mutluluğun En Güzel Tarihi’ adlı kitaptan öğrendiğim bir cümleyi getirdi aklıma:

“Sevincin her an gelebileceğini bilmek ne kadar da güzeldir!”.

Zoraya ter Beek, her ne kadar çocukluğundan beri yaşadığı ruhsal katlanılmazlığa çare bulamadıysa da her an daha güzel bir şeyin olabilmesi umudunu hatırlaması daha doğru değil miydi? Yaşam devam etmiyor muydu? Psikolojik tasvirler özneldir ve görünen kanıtları olmasa bile dikkate alınmaları gerekir. Örneğin biri “canım sıkkın” dediğinde bana “başım ağrıyor” diyen biri gibi gelir her zaman. “Bu aralar psikolojik olarak iyi değilim” diyen birinin bel tutulması yaşayan insandan ne farkı var? Psikolojik şikayetlerin kimi insanlar tarafından küçük görüldüğünü gözlemliyorum veya bu konulardan hiç konuşmak istemeyen insanlarla karşılaşıyorum. Kişinin şikayetini yakın çevresiyle paylaşmasını ve dinlenmesini, ciddiye alınmasını önemli buluyorum. Özellikle sevginin paylaşıldığı ve gösterildiği bir ortam yardımcı olabilir insanlara. ‘Sevginin Ve Şiddetin Kaynağı’ kitabında şöyle yazıyor Erich Fromm:

“Çocukta yaşam sevgisinin gelişmesi için en önemli koşul onun yaşamı seven insanlarla birlikte olmasıdır. Yaşam sevgisi de ölüm sevgisi ölçüsünde bulaşıcıdır. Bu sevgi sözcükler, açıklamalar, kişinin yaşamı sevmesi gerektiğini söyleyen öğütler olmaksızın iletilir. Fikirlerden çok davranışlarla, sözcüklerden çok ses tonuyla aktarılır.” (Payel Yayınları, 10. Basım)

Peki sevincini, neşesini ve umudunu kaybetmiş bir insan kendine ve hayata nasıl olumlu bakabilir? Sevgisiz bir ortamda yetişen bir çocuk veya sevgisiz ilişkiler içinde olan ve bunalıma girmiş bir yetişkin nasıl mutlu olabilir? Bunun cevabını, savaşların sürdüğü bir çağda, insanların yaşamak için çöp topladıkları 2024 yılında, hayvanların katledildiği ve Zoraya ter Beek’in 29 yaşında ötanazi yaparak ölüme gittiği bir ayda, yıkıcılığın yerini her türlü sevgi ve yapıcılık arayaşında olma haliyle verebilir miyiz? Yaşam denilen dönemin ki bu dönem var olmak her ne ise o andan başlayıp ölümün geldiği güne kadar olan süre olarak tanımlanır, ölümün ve nefretin, öç almanın ve kıskançlığın, kendini beğenmişliğin ve ben merkezci bir yaşamın, haz alma takıntısı ve hırsın tam karşısına insanı koyarak, ayrımcılığın değil olabildiğince eşitliğin, öfkenin yerine sevgiyi aramayı, yoksulluk yerine evrensel temel gelir hakkını koymayı, ne olursa olsun yaşamı savunmakla ve bir Dünya Vatandaşı olmak yoluyla geçirilebileceğini düşünmemiz gerekmiyor mu?