GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Kemal ANADOL
YAZARLAR
4 Şubat 2021 Perşembe

Yıldız savaşları

Süper ligde ara transfer dönemi bitti. Malî tabloları hiç de parlak olmayan dört büyükler akla ziyan bir çılgınlık içinde para harcıyorlar. Mustafa Muhammed’ler, Gedson’lar, Bakasetas’lar, Can’lar, Cenk’ler, Mesut’lar; salgını, aşıyı, siftahsız kapanan dükkanları sollayıp ülke gündeminde baş köşeye oturdular. Milyonlarca avrolar, dolarlar havalarda uçuşuyor. Ekranlarda, gazetelerde izlediğimiz dizinin adı: “Yıldız Savaşları”.

Yıldız savaşları, belleğimde çağrışımlar yaptı. Sporla siyaset gerçekte birbirlerine çok benziyor. Birinde seyirciler, diğerinde kamuoyu önünde kıran kırana şampiyonluk ve iktidar savaşımı… Altta kalmamak üste çıkmak için bitmeyen bir kavga!

***

Spor dünyasında biliyorsunuz önemli bir ayrım var. Birincisi bireysel, ikincisi de kolektif spor. İlkinde kişinin gücü, becerisi ve yeteneği, diğerinde takım oyunu esas. Politikada da öyle. Bazılarının adı takımlarından önce geliyor. Onların başarısı takımlarının hesabına yazılıyor. Temsilde hata olmaz diye bir deyimimiz var. Ben de kendime göre bir tasnif yaptım. Örneğin Süleyman Demirel yağlı güreş pehlivanı, Bülent Ecevit eskrimci, Deniz Baykal yüzücü, Mehmet Ali Aybar atlet (eski Balkan şampiyonu), İsmail Cem tenisçi gibi. Ama değişen bir şey yok; hepsi de bireysel sporcu.

Kişisel kanıma göre siyaset tam anlamıyla bir takım oyunudur. İçinde yıldızlar vardır elbette. Ama onların bireyselliği kısıtlıdır. Örneğin ünlü bir futbol yıldızı topla fazla oynayabilir ama sonunda ayağından çıkarmak zorundadır. Ünlü futbolcu başka bir kulübe gidebilir veya sporu bırakabilir; ama takımının yaşamı süreklidir. O olmadan da başka isimlerle mücadelesini sürdürecektir.

***

Yine futbola dönersek, milyonlarca para harcanarak transfer edilen yıldızların başarı şansı ne kadardır? Şimdiye dek gözlemlerden çıkan sonuç paraların çok kez boşa gittiğidir. Yabancı takımdan gelen futbolcu, içine girdiği ortama ne kadar uyum sağlayabilecektir? Hele birden fazla ülkeden, birden fazla takımdan gelen yıldızların oluşturduğu takımda, kişisel yetenekler kolektif bir oyun sistemine nasıl, ne kadar dönüştürülebilecektir?

Spor yazarları ve uzmanlar kusuruma bakmasınlar; futbol dünyada ve ülkemizde endüstri haline gelmesine karşın, kanımca halâ önemli olan amatör ruhtur, takım sevgisidir. Oyuncunun sahaya çıkarken duyduğu heyecandır; karda kışta takımları için her maça yüzlerce kilometre uzaklardan gelen taraftarlara karşı duyduğu sorumluluktur. Bu nedenle takımların alt yapıya verdikleri önem öne çıkıyor. Alt yapısı güçlü olan kulüplerin başarı şansı daha fazla oluyor. Çocuk yaşta girdiği yuvada aldığı terbiye ve kolektif anlayış futbolcunun başarı şansını artırıyor.

Siyasette bunun en canlı örneği 12 Mart 1971 muhtırasından sonra CHP’nin içindeki gelişmeler ve ortaya çıkan sonuçtur. Askerler komuta zinciri içinde verdikleri muhtıra ile ülkede yeni bir dönem başlatmışlardı. İktidarda olan Adalet Partisi’nin Genel Başkanı ve Başbakan Süleyman Demirel hükümetten çekilmişti. Ama asıl kavga CHP içinde başlayacaktı. Parti içinde yönetime karşı bir hizbin liderlerinden Nihat Erim bir gecede CHP’den istifa ettirilip Başbakan ilân edilince, sözün tam anlamıyla kıyamet kopmuştu! Genel Sekreter Bülent Ecevit görevinden cuntayı suçlayan bir gerekçeyle ayrılmış, Genel Başkan İsmet İnönü ile karşı karşıya gelmişti. Siyaset sahnesi CHP’de iki yıl sürecek kıran kırana bir mücadeleye tanık olacaktı.

***

İsmet Paşa’yla beraber olanlar siyasal yaşamlarının sonuna yaklaşmış tutucu ve eski kadrolardı. Oysa Ecevit, Ortanın Solu hareketinin lideri olarak örgütte ideolojik donanımı olan ve gözünü budaktan esirgemeyen genç kadrolar oluşturmuştu. Ülkede ilân edilen sıkıyönetim altında tüm hızıyla devam eden ilçe ve il kongrelerini kamuoyu dikkatle izliyordu. Son raunt, Ankara’da, Selim Sırrı Tarcan Spor Salonunda toplanan 5. Olağanüstü Kurultayında sonuçlanacaktı. Bir gece önce Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan faşizme kurban edilmiş, idam edilmişlerdi. Salona dinleyici alınmıyordu. Tribünlerde telsizli siviller boy gösteriyordu. Salonun çevresinde bir bölük asker silah çatmıştı. Bu hava içinde delegeler ayağa kalkıp sesli oy kullanacaklardı. Evet diyenler Parti Meclisine güvenoyu veriyorlardı. Bunlar Ecevit’ten yanaydılar. Hayır diyenler ise güvensizlik beyan ediyorlardı. Paşa yaptığı konuşmada, PM güvenoyu alırsa genel başkanlıktan çekileceğini söylemişti. Evet diyenlerin sıkıyönetime götürüleceği konusunda caydırıcı söylentiler dolaşıyordu. Gece 23 sıralarında sonuç belli oldu. Evet oyları çoğunluktaydı; Ecevit kazanmıştı. Ertesi günü İsmet İnönü genel başkanlıktan istifa etti. Kamuyu gelişmeleri şaşkınlıkla izliyordu. Daha sonra yapılan Kurultayda Ecevit boşalan genel başkanlık koltuğuna lâyık görülmüştü.

***

CHP’de kazan kaynamaya devam ediyordu. 69 milletvekili ve senatör bir gecede partiden ayrılmışlardı. Daha sonraki günlerde İsmet İnönü kurucusu olduğu partisinden istifasını açıklıyordu. Aklı eren ermeyen herkes “Artık CHP bitti” diyordu. “Seçim kazanması mümkün değil!” 1973 seçimleri gelip çatmıştı. CHP yargıç önünde yaptığı ön seçimlerle her ilde adaylarını belirlemişti. Ayrılan milletvekili ve senatörlerin yerine genç ve tanınmayan isimler listeleri oluşturuyordu. Sıkıyönetim zindanlarından çıkan, mahkemelerde yargılanan, gençlik kollarından, ilçe ve il başkanlıklarından yani alt yapıdan gelen yeni kadrolardı bunlar.

1973 genel seçimleri yapıldı. Sanılanın tersine CHP ilk kez birinci parti olmuştu. Ben 32 yaşında Zonguldak, Yüksel Çakmur 31 yaşında İzmir, yaşını büyüten Süleyman Genç İzmir, 32 yaşındaki İbrahim Akdoğan Kocaeli milletvekili seçilmiştik. Deniz Baykal 36, Önder Sav 37, Ali Topuz 40 yaşında meclise girmişlerdi. Murat Kahyaoğlu, Necati Cebe, Mahmut Türkmenoğlu, Akın Simav, Metin Tüzün, Engin Ünsal, Emin Bilen Tümer, Adil Ali Cinel ve isimleri bu sayfayı dolduracak genç kadrolar CHP TBMM Gurubunu oluşturmuşlardı. Siyasal Partiler Kanununun genel merkezlere tanıdığı %5 kontenjan olarak CHP bu hakkını kullanmış ancak yıldız transferine başvurmamıştı. Önce üniversiteden ve bürokrasiden genç ama donanımlı Haluk Ülman, Ali Nejat Ölçen, Erol Çevikçe, Erol Tuncer’i, sonra örgütten Alev Coşkun, Kasım Parlar, Malik Yılman’ı ve onlara ilâveten yılların deneyimini simgeleştiren Hasan Esat Işık’la Cahit Kayra’yı, basından Sadullah Usumi ve Sabahattin Selek’i parlamentoya taşımıştı. Kullanılan kontenjan sadece 11 kişiden ibaretti.

***

Toplumsal gelişme ve ilerlemenin en somut örneklerinden biri o ülkenin siyasal kadrolarıdır. Politik yaşamımızın geldiği yeri ölçmek için, dünle bugün karşılaştırmasını okurların takdirine bırakıyorum.