GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Tayfun MARO
YAZARLAR
27 Ağustos 2018 Pazartesi

Vasatlar rejimi kurulurken

“La Haine.” Ellinci kattan düşen adamın hikâyesini anlatan Fransız filmi. Film başlarken, 50. kattan düşen adam her katta tekrarlamaktadır; Buraya kadar her şey yolunda…

Bu sahne sanki Türkiye’nin içinden geçtiği bunalımı anlatıyor. Düşüş sürüyor ama her şey yolunda…

Ve bu düşüş toplumsal yaşamı vasatlaştırıyor. Toplumun standart insanı artık vasat insandır.

Aydınlanma devrimiyle ortaya çıkan laik Cumhuriyet’i ve toplumun demokratik temsil taleplerini tasfiye süreci, seksen darbesiyle başladı. Şimdi, en geniş anlamıyla, vasatlaşma olarak meyvelerini veriyor. Satıhlaşmak, sığlık, kabalık, olağanlaşan yalan, yetersizlik ve bilgisizlik, bu vasatlaşma halinin gündelik hayatta tezahürüdür.

Yine bu süreçte, vasatlar, siyasal yaşamda, bürokraside, YÖK vasıtasıyla bütün üniversitelerde, köşe başlarını tutarken; değerlerin hızla aşındığına, gündelik hayatın satıhlaşmasına tanık oluyoruz.

Acı gerçek; 1980’den beri yaşananların vasatlaşma ve değersizleşme olarak karşımıza çıkardığı sorun, insanlık durumumuzu sorgulama ihtiyacını da beraberinde getirdi.

Bugün, Dünya problemlerinden azade, ülke ölçeğinde yaşadığımız sıkıntıların temelinde, son kırk yıl içinde, Cumhuriyet çizgisinde ortaya çıkan kırılmanın cesaretlendirdiği vasat politikacıların yaptıkları ettikleri var.

Ülke ahvaline bu açıdan bakıldığında, nitel olarak AKP’nin durumu ne ise, CHP’nin de durumu odur. Bileşik kaplar kuralı…

Değerlerde büyük çözülme ve dağılma olarak kendini gerçekleştiren vasatlar rejimi; cehalet ekiyor, değersizleşme biçiyor.

Bu hale, Türk/İslam senteziyle mütecanis yerli ve milli görüş bağlamında çare arıyor, biçare millet.

Kırklı yıllardan itibaren doğrultusunda ortaya çıkan sapmayla ABD’nin dümen suyuna giren Türkiye, seksende yaşadığı kırılma sonucu, Cumhuriyet devriminin getirdiklerinden iyice uzaklaşarak boşluğa savruldu. Bugün yaşadıklarımız o savrulmanın eseridir.

Seksen darbesinin ardından kadroları tasfiye edilen ve içi boşaltılan Cumhuriyet rejiminde zaten geri sayım başlamıştı. Rejimin son dayanaklarını ayaklarının altına almak da Erdoğan’a nasip oldu.

Bugün, yerli, milli ve otoriter olarak özetlenebilecek bir yönetim biçimine yönelen Türkiye’nin başına gelenler, iktidar grubunun ileri sürdüğü gibi, salt dış dinamiklerden kaynaklanmıyor.

Uluslararası sistemin gelişen ekonomilerin yer aldığı periferisinde bulunan Türkiye’nin dış dinamiklerin etkisine açık olması olağandır. Bu, yeni ortaya çıkmış bir durum değil. Fakat bu durum, krizin ağırlıklı olarak iç dinamiklerden kaynaklandığı gerçeğini değiştirmiyor.

Boşluğa savrulan ülkede, bütün değerler üzerinden akıp gidiyor vasatta satıhlaşan insanın… Vasatlar rejiminin olağan hali satıhlaşmayla birlikte, insan derinlikleri yok oluyor.

Ülke sağıyla, soluyla, merkeziyle irtifa kaybediyor. Ve bu hengamede, benzeşenlerin cemaatleştiği sosyal yapıda içe kapanış başladı. Kimsenin ötekine tahammülü yok. Bir sürü “doğru” ortalığa saçılmış ve kimse ötekinin doğrusuna itibar etmiyor. Yani toplumda mutabakat yolları kapanmış.

Hal böyle iken, bir otokratın ortaya çıkıp ülkeyi bildiği gibi yönetmesini yadırgamak tuhaf oluyor.

Nihayetinde, vasatlar rejimi meyvesini veriyor. Düşüş sürüyor ve buraya kadar her şey yolunda…