GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Gönül Soyoğul
YAZARLAR
27 Temmuz 2010 Salı

Türk sorunu ’‘nur topu’’ydu, artık yürüyüşe geçti

’“Burada İstanbul’’da 78’’liler olarak bir toplantı yaptık. Barıştan yana olan elmalarla armutlar bir araya geldik. Kapalı bir toplantıydı, yazılmamak kaydıyla yapıldı. ’‘Şimdi ne yapılır’’ı tartıştık. Bu konuda hemen herkes hemfikir:
Bir, burada Türkleri ikna etmek; iki, Kürtleri tatmin etmek.
İki tane yolu var bu işin. Gerçekten Türkleri ikna edeceksin, çünkü artık bu saatten sonra Türk sorunudur da’… Sadece Kürt sorunu değildir yani, Türk sorunudur da. Yıllarca tabii ihmal edilen bir şey bu; kimse bunu özellikle Türkiye’’nin batısındaki insanlara doğru düzgün anlatmayı düşünmedi. Ve ben anlatıldıkça da bunun çok başarılı olduğunu düşünüyorum.  Sorun bunu doğru anlatabilmek.
87 yılında CHP kurultayında yazdığım bir yazı, Cumhuriyet Gazetesi’’nde çıkmıştı. ’‘Keşke burada Deniz Baykal-İnönü’’nün kavgası olacağına, Tekirdağ’’daki delege gelse de ayçiçeği sorurunu anlatsa, Diyarbakırlı delege gelse de Kürt sorununu anlatsa. Böylece Diyarbakırlı ayçiçeği meselesini öğrense, Tekirdağlı da Kürt sorununu öğrense’’ diye yazmıştım.. Bu tür yapılarda sosyal demokrat partiler genelde bunu görev edinir. Çünkü sosyal demokrat partiler genelde ’‘toplumsal barıştan’’ yanadır. Hatta ’‘sınıfsal barıştan’’ da yanadır. Maalesef bu görevi yerine getiren bir sosyal demokrat partimiz olmadı Türkiye’’de. Var olan sosyal demokrat parti de bu kritik süreçte görevini yerine getiremedi. İşte bu yüzden bu konuda ciddi bir açık var, bu konuda bunu yapacak siyasi bir organizasyon için, ama siyasi organizasyonun yetmediği yerde, sivil toplum örgütleri, bunu üstlenebilir.
Biz mesela bu yapıdan bir diyalog grubu çıkarmayı/kurmayı düşünüyoruz. Panellerle konferanslarla, parti ziyaretleriyle, sivil toplum örgütleriyle görüşmek; bu işin bir empatisini yapmak, insanların birbirini anlamasını sağlamak için bir çaba göstermek istiyoruz mesela. Bunun çalışmasına başladık. Yapılacak en temel şeylerden biri bu. Yani Türkler bunu anlayacak. Kürtler de Türkler’’i anlayacak. En temel mesele bu. Bu anlaşılmadan, bu iş çözülmez. 
Hükümeti eleştirirken, hem bunun (Kürt açılımının) yasal altyapısını hazırlamadı’… Şimdi mesela bu çözüm içerisinde, paketinde Anayasa değişikliği yoksa, sen bu işi çözemezsin. Bu kararlılığı göremiyoruz mesela. Cesaret de edemiyorlar. Yasal hazırlığını yapmadılar; artı, psikolojik olarak toplumu hazırlayıcı enstrümanlar geliştirmediler. Toplum çok hazırlıksız olarak, başka şekilde karşı karşıya kaldı.’”
*
Yedi ay önce, iç içe geçmiş ’‘İzmir ve Kürt sorunu’’ konusunda röportaj yaptığım isimlerden biri, gazeteci Celal Başlangıç diyordu bu sözleri.
Aynı gün aynı konuda teyp uzattığım gazeteci Ece Temelkuran da gazetesindeki köşesinde, ertesi gün şöyle yazıyordu:
’“Adını koymaya dilimiz varmadı hiç ama korkunun ecele faydası yok. İç savaş korkusu bu.
Nasıl? Açıktır ki şehirlerde ortaya çıkacak bir savaş bu. Düzenli, yekpare bir savaş değil. Tek tük linç girişimleriyle başlayan, irili ufaklı çatışmalarla devam eden bir savaş. Korktuğum bu. Çok ileri bir tespit gibi gelebilir bu. Ama benim baktığım yerden böyle bir iç savaş zaten bugün itibarıyla başlamış durumda. Toplum, psikolojik ve siyasi olarak böyle bir savaşın başlama düdüğünü bekler noktada. İnsanlar sokaklarda birbirini öldürmekten bahsediyor. Bundan açıkça bahsediyorlar.
Daha açık söyleyelim: Gece haberleri dinleyen adam, Kürt bakkalın ailesine saldırmaktan söz ediyor Doğu dışındaki neredeyse bütün illerde. Şu ya da bu Kürt ailesini mahalleden göndermekten, ötedeki ’‘Kürt mahallesi’’ haline gelmiş gecekonduları yıkmaktan bahsediyorlar. Sokak aralarında bunlar konuşuluyor. Bir kıvılcım bekleniyor.
Üstelik bu süreci kimse yönetmiyor. Ne Türk ne de Kürt siyasetinin yönetemeyeceği kadar ince kılcal damarlarda olup bitiyor her şey. Ne Ankara’’dan ne de İstanbul’’dan gerçek anlamda görünmeyen ya da belki oralarda itiraf edilmeyen bir gelişme bu.
Bu süreçte bir tek İzmir mercek altına alındı ve ben de dahil bazı gazetecilerin İzmir hakkındaki, yerinde gördükleri gerçekler tüyler ürpertti. Oysa İzmir bugün Türkiye’’nin bu konudaki en yumuşak yerlerinden biri. Trabzon, Yozgat, Maraş, Adana, Mersin... Buralardaki insanlarla konuşsak şimdi, çok daha korkunç şeyler duyacağız.
Duyacağımız en korkunç şeyi de söyleyeyim: ’‘Terörist’’ ve ’‘Kürt’’ ayrımı ortadan kalkmış durumda. Yetişkin ve çocuk ayrımı bile hatta... Çocukların bile birbirine düşman olduğu bir ülkede iç savaşın çıkmasına ne kalmıştır şunun şurasında!
Üstelik bunu herkes biliyor. Ama sıra manşetlere gelince... Korkularımızı manşet yapmayarak korktuğumuz şeyleri yok edebiliyor olsak keşke.
Ne DTP’’nin kapatılmamasının Kürt siyasetini; ne Başbakan’’ın bayrak önünde poz verip billboard’’larda görünmesinin Türk siyasetini tatmin edeceği bir durum var ortada. Dizginler, Kürt ve Türk siyasetçilerinin elinden kaçmış durumda. Yani ’‘Uzak Asya’’dan uzanan kısrak başı’’ dizginlerinden boşanmış koşuyor şimdi.
Tekrar ediyorum: Çocukların bile birbirine düşman edildiği bir ülke burası. Birbirini öldürmekten söz ettiği’…’”
*
Her iki gazetecinin de aylar öncesinden gördüğü/tespit ettiği durumları, politikacıların, devlet güçlerinin görmemesi, farkına varmaması gibi bir durum söz konusu olabilir mi?
Olmaz elbet.
Ama geldiğimiz yer ortada. Bir gün İnegöl’’den, ertesi gün Hatay’’dan. Bu yazı yazılırken kimbilir yurdun hangi köşesinden, yarın hangi ilden/ilçeden’… Birikmiş öfkelerin/acıların/korkuların/hayal kırıklıklarının patlama haberlerini alacağız.
Aylar önce kalplerde başlayan savaşta, artık tetiklerin çekilmeye başlandığını, eğer iktidar ve muhalefet partileri çok acil şekilde müdahale etmezse, Türkiye’’nin her yanına/yöresine sıçradığını göreceğiz.
Sizi bilmiyorum ama ben gerçekten korkuyorum.
Etle tırnağın kanırtıla kanırtıla ayrışmasından, bu noktaya doğru sürüklenişimizden dehşete kapılıyorum.
Ve kardeşi kardeşe düşman eden,
26 yıldır bu ülkenin enerjisini/insanını yiyen bitiren savaşı bitirmeyenlere,
Dertleri tasaları ’‘oy ve koltuk’’ olan politikacılara’…
Bir gün değil, her gün lanet ediyorum!