GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Engin ÖNEN
YAZARLAR
23 Mayıs 2020 Cumartesi

Tunceli’ye geçmek

Salgından en çok etkilenen sektör sanırım turizmdir. Sektörün yanı sıra gezmeyi sevenler de epey etkilendi bundan. Bilhassa bayramlar, gezi planlarının yapıldığı günler olurdu. Güncel gezi yazısı yazamıyoruz, bari iki yıl öncesinden bir yazı ile bu özlemi dile getirelim.

Elazığ’da Harput ve Keban’dan sonra, eski çarşıyı gezmek de keyifliydi. Zengin yöresel ürünler tezgâhlarda güzel fotoğraflar gibi duruyordu. İlk kez burada gördüğüm bitkilerden biri ışgındı. Meğer yörede çok yağınmış. Nitekim gezi sonuna kadar bize eşlik etti. Harput’taki kebap ve çarşıdaki kavurmanın tadını anlatmayayım en iyisi.

Tunceli’ye Elazığ’dan gitmek için en kestirme ve en güzel güzergâhın feribotla Keban üzerinden Pertek’e geçmek olduğunu öğreniyoruz. Keban’ın bu bölümü ayrı güzel. Karşıdan bir küçük kalenin Keban sularının içinde bir adacık olarak kalmış kayalıklarda yükselişi çok hoş bir görüntü oluşturmuş.

Keban’a dayandığımızda araç konvoyu oluşuyor. İlk olarak biz feribot sırası sanıyoruz. Aşağı inip ileri doğru yürümek istiyorum. Manzara çok güzel. Derken asker sesleniyor. Araçlarınızı terk etmeyin, hemen aracınıza dönün.” O zaman anlıyorum ki, araç konvoyu, feribot sırasından değil, güvenlik kontrolünden kaynaklanıyor. Adım adım güvenlik noktasına yaklaşıyoruz. Çünkü arama çok detaylı.

Önümüzde 2-3 araç kaldı. Bir er bizim yanımızdan telaşla binaya doğru koşuyor. Birden yüzünde bir mutluluk havası. Hem koşuyor hem sesleniyor. “Komutanım bu aracın plakasına dikkat. Toprağım/hemşerilerim vb.” bir şeyler söylüyor. Bizim kiralık aracımız Malatya plakalı. Er bir anda sıla özlemi gideriyor adeta. Fırsatı olsa yanımıza gelecek belki. Ama iyi ki gelemedi. İzmirli olduğumuzu anlayınca hayal kırıklığı yaşayacak besbelli.

Beton bloklar, askeri araçlar ve yoğun bir araç kontrolü.

Adeta sınır geçiyoruz. Hepimizi araçtan indiriyorlar. Koltukların altına kadar her yer aranıyor. Sıra valizlere gelince tek tek soruyor. Bu kimin? Eşimle benim diyorum. İçinde ne var? Ya ne olacak kıyafet falan. Ben öğretim üyesiyim (hoşuma gitmese de bazen buna başvururum) seyahate çıktık. “Hocam neden söylemiyorsun. Toplayın hemen. Hadi çabuk.”

Keban’ın kenarında feribotun yanaşacağı alandan Pertek’e bakıyoruz. Semaverde çay satan adam belli ki bunlara alışık. Kendi dünyasında. Hadi bize birer çay ver. Derken gençten biri kucağındaki otlarla feribota doğru yürüyor. “Kanser ilacı bunlar, kanser ilacı. Taze ışgın geldi.”

Feribot kısa yolculuğuna başlar başlamaz, martılar tepemizde. Belli ki İzmir’deki, gibi bizden simit/gevrek istiyorlar. Başlıyoruz gevrek parçalarını havaya atmaya. Neredeyse hiçbirini suya düşürmüyorlar. Bazıları tepemizde adeta sabit duruyor. Attığımız parçayı anında kapıyorlar.

Karşı kıyıya geçinde gerçekten de başka bir yere geçtiğimizi anlıyoruz. Elazığ’dan farklı bir yer. Dükkânlar, restoranlar insanlar farklı. Bir nehri geçerken bir şehirden başka bir şehre değil, adeta başka bir ülkeye başka bir kültüre geçiyoruz.

Resmi adı Tunceli ama yörede Dersim adının kullanıldığı bölgedeyiz artık. Heyecanımız biraz daha artıyor.