GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Tayfun MARO
YAZARLAR
26 Temmuz 2018 Perşembe

Tükeniş

24 Ocak kararlarıyla başladı, 24 Haziran seçimleriyle son buldu; Tam 38 yıl sürdü, tükeniş.

Ve nihayet yeni rejim… Veya tükenişin yeni çehresi…

24 Ocak kararları alındıktan kısa bir süre sonra, Le Monde gazetesi, Türkiye’nin yaşadığı ekonomik kriz üzerine yayımladığı yorumda, 24 Ocak kararlarının parlamenter rejimde uygulanabilirliği olmadığından, askeri müdahale ihtimalinden söz ediyordu. Nitekim öyle de oldu…

Cumhuriyet rejimine ve kuruluş felsefesine bağlı bürokrasinin tasfiyesi, 12 Eylül darbesiyle başladı. Üniversiteler ha keza bilimsel özerklikten YÖK vasıtasıyla mahrum bırakıldı.

Türkiye, 24 Ocak ekonomik kararları ile üretimden uzaklaşırken, postmodern özgürlük ve insan hakları algısına dayalı kimlik siyasetiyle, ulus devlet kimliğinden uzaklaşmaya başladı.

Ağırlıklı olarak Sünni Müslümanların ve Kürt milliyetçilerin itirazları sonucu, toplumsal mutabakat son buldu. Kamusal yaşam alanında normlar çökmeye başladı.

Şimdi, üç parça olmuş toplumda, yeni bir toplumsal mutabakat oluşturmak için herkes bir şeyler söylüyor. Fakat kimsenin ötekini dinlediği yok. İslamcılar ve milliyetçiler bir araya gelerek, yerli ve milli bir bakış açısı oluşturdular. Ne getirir ne götürür henüz bilmiyoruz.

CHP, “fabrika ayarlarına dönmek”, “kuruluş ilkelerine sarılmak”, “sosyal demokrasiyi diriltmek” ve benzeri yaklaşımlarla çözüm arayışında…

HDP ise, sosyalizm ile Kürdistan arasında gidip geliyor…

Oluşacak yeni toplumsal mutabakatta CHP’nin belirleyici rolü üstüne çok şey söylendi. Gelin görün ki CHP’nin kendini yenilemesi ve zamanın ruhunu yakalaması için ihtiyaç duyduğu entelijansiyası yok. Tükeniş orada da tam yol…

Son 35 yıl zarfında yaşanan vasatlaşma nedeniyle, CHP’de kimsenin yeni bir şey söylemeye mecali kalmadı. Ya yirmili, otuzlu yılların mirasıyla ya sosyal demokrasinin 20. yüzyıl versiyonuyla, ya da kerameti kendinden menkul CHP solcularının sayıklamalarıyla durum idare ediliyor.

Bütün kurumları, bürokrasisi, fikri yapısının oluşumu ve yeni kültür inşasıyla süren değişim karşısında, yani yeni rejim karşısında, antikapitalist bir ortak programı dahi konuşmaktan imtina edenlerin ne ittifakı ne muhalefeti umut verebilir.

CHP’de sürüp giden genel başkan odaklı değişim şamatası ise, orta sınıfın zaman geçirme nesnesi olmaktan öteye geçemez. Oradan bir şey çıkmaz. CHP’li tuzu kuruların koltuk ve adrenalin ihtiyacını karşılar, hepsi o…

O halde, suratımızı asıp, kararmış ufkumuza baka baka söylenelim mi?

Katiyen böyle bir durum söz konusu değil. Bütün bu yaşanan olumsuzlukların nedeni; yüzyıllık mutabakatın çökertilmesi sonucu ortaya çıkan belirsizlik ve aynı zamanda, kapitalizmin yeryüzü ölçeğinde derinleşen bunalımıdır.

Kusurumuz, yaklaşan tehlikeyi göre göre, son otuz yılı, “bize bir şey olmaz” kafasıyla geçirmiş olmaktır.

Öyle görünüyor ki düşüş ve tükeniş dibi buldu. Yeni rejim, toplumun doğulu ve islami yapısının isteklerine cevap veriyor.

Toplumun diğer yarısı ise, seküler ve laik alanda işlerin nasıl yürümesi gerektiğine karar verecek.

Benim dileğim, bu vasatlaşmanın, bu düşüşün, bu tükenişin ardından üç parça olan ülkede, bütün tarafların bir arada yaşama arzusuyla hareket ederek yeni bir toplumsal mutabakatın oluşması için çaba harcamasıdır.

Muğlâk kavramlara ve Erdoğan karşıtlığına yaslanarak ittifak yapmak çare değil. Nitekim taraflar ittifakı hiç benimsememiş ki ittifak yapan partiler tel tel dökülüyor.

“Erdoğan’a karşı olmak” argümanına dayalı ittifak, Erdoğan’ı güçlendirmekten öte bir işe yaramadı.

Hâlbuki 16 Nisan referandumunda, yeni yönetim sistemine karşı çıkan muhalefetin, ortak bir fikrin etrafında buluşması mümkün olmuştu; Başarılı da olmuştu.

Dibin daha dibi yok, tükenişin daha ötesi de yok. Mazeretler bitti. Şimdi, aklımızı başımıza almanın zamanıdır. Akıl çağına şimdi giremezsek sonra başka zamanımız olmayacak.

Kapitalist sistem ya çökecek ya kendi içinden dönüşerek bilişim devrimini tamamlayacak. Bu durumu kavrayamayan toplumlar, değişimi yöneten efendilerin peşinden sürüklenecek.

Çağın ihtiyaçlarına karşılık gelen antikapitalist bir program oluşturmak yerine o koltuk senin bu koltuk benim itişen siyasetçiler, sadece ve sadece kapitalistlerin ekmeğine yağ sürüyor.

“Solcu” olduklarını söyleyenler, sağcısıyla solcusuyla “antiemperyalizm” nutukları atanlar, antikapitalist program yapmaktan uzak duruyorsa, söylediklerini ciddiye almamak lazım.

Bu ahvalde, gerçeğin yürüdüğünü, tükenişin sürdüğünü düşünmek gerekir