GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Kemal ANADOL
YAZARLAR
16 Mayıs 2021 Pazar

Prekarya!

Değerli okurlarım, bugün sizi çok yeni ve çok önemli bir kavramla tanıştırmak istiyorum: PREKARYA! Önce kaynak olarak çalışmalarını Fransa’da ve Boğaziçi Üniversitesinde sürdüren akademisyen Alphan Telek’in 13 Mayıs 2018 tarihli Duvar Gazetesi’ndeki makalesi ve 10 Mayıs 2021 günü Cumhuriyet Gazetesi’ndeki İpek Özbey söyleşisinden yararlandığımı belirtmek isterim. Daha sonra da bu konudaki düşüncelerimi sıralayacağım.

***

Prekarya kavramını ortaya atan İngiliz iktisatçı Guy Standing. Sözcüğün kökeni İngilizce precarious. Türkçe, güvencesiz, belirsiz, istikrarsız, tehlikede anlamına geliyor. Hissettikleri duygu olarak onlara “öfkeliler” de diyebiliriz. Standing’e göre 1980 sonrası değişen üretim ilişkilerinde yeni sınıf prekarya, proleteryanın yerini aldı. Ve bu yeni sınıf şimdilik homojen ve düzenli olmasa da siyaset ve tarih sahnesine çıkmaya başladı. Tunus ve Kuzey Afrika’daki eylemler, Fransa’daki Sarı Yelekliler, Türkiye’deki Gezi hareketi…

***

Telek prekaryayı üç kümede topluyor. Birincilere Atacılar adını veriyor. Bunlar, içinde yaşadıkları belirsizlikten bıkkın, gelecekten umutsuz, inancını yitirmiş, pek de eğitimi olmayan çalışan kesim, yoksul kitle; atalarının güzel günlerini özlüyorlar. Geleceğe değil geçmişe dönük yaşıyorlar. Atalarının, babalarının yaşam koşullarını anıyorlar. Öfkelerini sahiplenen sağ politikacılar onlara göçmenleri, sol muhalefeti hedef gösteriyorlar. Onlar da göçmenleri suçluyor. “Zaten elimizde üç beş iş vardı. Gelip onu da elimizden aldılar!”

İkinci gurup da Göçmenler. Göçmenlerin ne geçmişleri var ne de gelecekleri. En kötü ve en ucuz işlerde çalışıyorlar. Kentlerin varoşlarında sefil bir hayat sürdürüyorlar. Sigortasız, güvencesiz karın tokluğuna yaşam mücadelesi veriyorlar.

Üçüncü ve en önemli gurup İlericiler. Gelişen dünya koşulları ve üniversiteler aracılığıyla toplumun en eğitimli kesimini oluşturuyorlar. Bunlar gelecekleri olmadığının bilincinde. Meslekleri işe yaramıyor. Tarihin hiçbir döneminde bu kadar eğitimli olup da iş bulamayan stresli, öfkeli insan gurubu yok! İnşaatlarda, fırınlarda çalışıyorlar, garsonluk yapıyorlar. Proleteryanın özelliklerinden biri ciddi bir eğitimden geçmemiş olmasıydı. Prekarya ise iyi eğitim almış ve sayıları her gün artan bir gurup. Bunlara yine sayıları artan öğrenci mahkûmları ilâve etmek gerek. Sayısı katıldıkları olaylar nedeniyle hızla artan öğrenci tutuklu veya hükümlüler. Ülkemizdeki cezaevlerinde bulunanların önemlice bir bölümünü oluşturuyorlar. Mevcut sistem için tehlikeli bir gelişme.

***

Pek iyi, prekaryayı oluşturan ve bu kadar önemli hale getiren koşullar nedir? Artık sanayi sektörü eskisi kadar büyük bir alan kaplamıyor. Üretim kadar, üretimin dağıtımı ve bunu gerçekleştiren hizmet sektörü daha önemli hale geldi. DİSK raporuna göre, ülkemizde hizmet sektöründe çalışanların oranı %64, sanayide çalışanlar ise %33.

Son 40 yılda internet ve bilgisayar teknolojisi, otomasyon sistemleri, iletişim ve ulaşımdaki hız kapitalizm içinde bir değişime yol açtı. Vardiya ve işyeri modelleri, çalışma saatleri çöküyor. Kapitalizm çalıştırdıklarından her an hazır olmalarını istiyor. Ve kapitalistler her koşulda, salgınlarda bile servetlerine servet katmayı sürdürüyorlar!

Bu durumda, yeni sistemin acımasızca dışına attığı işsizler, canından bezmiş göçmenler ve hiç de hak etmedikleri yerlerde çalışmanın, geleceğe dair umutlarını yitirmenin öfkesini taşıyan eğitimlilerin oluşturduğu prekarya 21. Yüzyılın yeni sınıfı olarak egemenlere yumruk sallıyor!

***

Lenin’in tanımlamasıyla kapitalizmin son aşaması olan emperyalizm neoliberal sistemi önce Şili’de başlattı. Sosyalist Başkan Allende’yi CİA desteğiyle deviren General Pinoşe’nin gerçekleştirdiği 11 Eylül 1973 faşist darbesi, ekonomist Milton Fredman’a ait neoliberal modelin ilk laboratuvarını yaratmıştı. Bir önemli deneme de Kenan Evren himayesinde Turgut Özal tarafından yapıldı. 12 Eylül 1980 darbesi de CİA destekliydi ve cuntanın ekonominin başına getirdiği Özal da Fredman modelini uygulayacaktı. Ancak neoliberalizmin dalga dalga dünyaya yayılması 1979’da Margaret Teacher’in İngiltere’de, Reagan’ın da 1980’de ABD’de iktidara gelmeleriyle gerçekleşti.

Artık kamuya ait tüm kuruluşların satılması, işçi sendikalarının önemli ölçüde zayıflatılmaları, esnek çalışma gibi modellerin yaratılması, çalışanların elde ettiği hakların reform adı verilen politikalarla geri alınması, depolitizasyonun hükümet programlarında yer alması, medya üzerindeki denetimin inanılmaz ölçülere varması iktidarların başat politikaları olmuştu. 1991’de Sovyetler Birliği’nin çökmesi bu uygulamaları daha da etkili hale getirmişti. Dünya tek kutuplu hale gelince uluslararası denetim mekanizması ortadan kalkmıştı. Artık atış serbestti. Bu kez, emekçi yığınlarını şaşılaştırmak ve dikkatleri sömürüden kaçırmak için, etnik, dinsel ve alt kimlik tartışmaları öne çıkarıldı.

***

Neoliberal politikalar artık Amerika kıtasında, AB ülkelerinde ve Türkiye’de geçerliydi. Ülkemizde Cumhuriyet’in birikimi fabrikalar, tarımsal kuruluşlar “babalar gibi” haraç mezat satılıyordu. Sendikalı işçiler hızla azalıyor, kamu görevlilerinin hakları budanıyordu. Medyanın görevi, olguları algıya dönüştürmekti. Bu politikalar günümüze kadar uygulandı halen de devam ediyor. Ancak dünyaya ve ülkemize yayılan Korona salgını çok gerçek gibi neoliberalizmin de foyasını ortaya çıkardı. Öncelikle sağlık sistemi çöktü, sağlık ve eğitimde kamunun önemi tartışılmaz biçimde somutlaştı.

Ama eski deyimle tahribatın derecesi büyük oldu. Marksist jargonda “Küçük Burjuva” olarak tanımlanan orta sınıf nitelik değiştirdi. Bunların çok küçük bir bölümü sınıf atlayarak kapitalist azınlığa dahil olurken büyük çoğunluğun yazgısı işçilerle ve işsizlerle bütünleşti. “Mavi Yakalı”, “Beyaz Yakalı” tanımlamaları tarihe karıştı! Asgarî ücret ülkenin ortalama ücretine dönüştü. Her ilde açılan üniversiteleri bitirenler ortada kaldılar. Kitlelerin geleceğe dair umutları karardı! Bu durumda prekaryanın, proleteryanın yerini aldığı saptaması tam da gerçeği ifade diyor. Hele salgınla birlikte kitlelerin açlık ve sefaletine yol açan uygulamalar prekarya kavramının daha somut anlaşılmasına yol açacak görünüyor.

***

Bankalarda, okullarda, hastanelerde, fabrikalarda, devlet dairelerinde güvencesiz çalışanlar, atanamayan öğretmenler , teknikerler, sağlık personeli, veterinerler, verilen ek gösterge sözleri üstüne bir bardak soğuk su içen polisler, sağlıkçılar, din görevlileri, hukuk bürolarında asgari ücretle çalışan avukatlar, EYT mağdurları, patronlar tarafından haksız ve insafsızca Kot-29’a göre kendini tazminatsız sokakta bulan ve geleceği kararan işçiler, evlerine hapsedilen 65 yaş üstü yurttaşlar, açlık sınırındaki emekliler, dükkanlarını kapayan ve can çekişen esnaflar, garsonluk yapan mühendisler, hayatı işkence haline gelen aile hekimleri, yalaka medyanın dışarı attığı gazeteciler, ürünü tarlada kalan, traktörlerine haciz konulan çiftçiler, yüzde doksanı kapağı yurt dışına atmaya çalışan Z kuşağı, polislerin meydan dayağı attığı öğrenciler, iş cinayetlerine kurban giden inşaat ve maden işçileri, başkasının aracında yarı aç yarı tok çalışan taksi şoförleri, KHK ile görevlerine son verilen akademisyenler, savaştan kaçıp Türkiye’ye sığınan ve karın tokluğuna zeytin, çay, fındık toplayan, inşaatlarda çalışan göçmenler, Avrupa’ya kaçmak için umuda yolculuğa çıkan ama denizlerde boğulan çaresizler…

Bunların hepsi prekarya tanımı içine giriyor. Kapitalist sistem proleteryayı etkisizleştirmeye çalışırken karşısında prekaryayı buldu! Onu da etnik ve dinsel tartışmaların içine sokarak alt kimlik girdabında boğmak istiyor! Ama Türk, Kürt, Alevi, Sünni, Süryani, Ermeni, Ortodoks, Katolik, Yahudi ve ne olursa olsun ezilenlerin, umutsuzların, öfkelilerin yani yeni sınıfın, prekaryanın kapsamı içine girdiği gerçeği değişmiyor. Yeni sınıfın gücü ve etkisi bu tuzağa düşmediği ölçüde artacak ve yükselecektir.

***

Pek iyi, muhalefet ve politikacılar prekarya kavramı ve olgusunun farkındalar mı? Olay emek/sermaye çelişkisinin yeni versiyonu aslında. Dinsel görüntülerle, muhafazakâr seçmene çiçek atmakla bu gerçeği okumak olası mı? Eski söylemleri terk edelim derken daha da eski yöntemlere başvurmak çıkar yol değil. Kısa, orta ve uzun erimli politikalar, prekarya üzerinde söylem oluşturan parti ve siyasetçilere şans tanıyacaktır.