GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Cemil DİRİM
YAZARLAR
19 Mart 2011 Cumartesi

Merhaba

Gazeteci dostlar; Ümit Yaldız ile Fahrettin Dokak’ın binbir çabayla, emek ve alınteriyle yoktan var edip Ege’nin en çok okunan haber sitesi haline getirdikleri Egede Sonsöz’de yazmam teklif edildiğinde kabul etmekte tereddüt ettim. İnternet haberciliği konusunda bölgemizdeki ilklerden olan bu sitede yazmanın sorumluluğunun farkın da olmamdı nedeni. Ancak bu ekibe destek olma düşüncesi tereddütlerimi yenmemi sağladı.
İçeriğiyle de yazarlarının ve okuyucularının kalitesini yansıtan Egede Sonsöz’de bundan sonra işlerimizin elverdiği ölçüde birlikte olacağız. Egede Sonsöz okurlarıyla bu vesileyle bir arada olmaktan mutlu olduğum kadar; birbirinden değerli yazar, editör ve çalışanlarla birlikte olma imkanı bulduğum için de memnunum. Umarım katkı sağlayabilirim...
Ünlü Filozof Sokrates’in “Tek bir şey biliyorum. O da hiçbir şey bilmediğimdir” özlü sözünü göz ardı etmeden ilgi alanımıza giren konularda görüşlerimizi aktarmaya çalışacağız. İlgi alanlarımız ise Ege ve İzmir de yaşananlar başta olmak üzere, siyaset, iletişim, yayıncılık, medya dünyası ve birey olarak yaşadıklarımızdan oluşuyor.
Ama önceliği; Türkiye’nin gerçek anlamda demokratik bir ülke olması konusunda yeterli desteği vermediğini düşündüğüm medya ya vermeyi düşünüyorum. Siyasiler ve bazı medya patronlarının işbirliğiyle 1990 lı yıllardan sonra başlayan basındaki sendikasızlaştırma çabaları kısa zamanda sonuç verdi ve birkaç istisna dışında basın kurumlarında sendikalı gazeteci kalmadı. Tabii ki buna, o dönemde sendikadan istifa kuyrukları oluşturan gazetecilerin de katkısı oldu. Gazeteciler başkalarının sorunlarını rahatlıkla gündeme taşırken kendi sorunlarını çözemeyen bir grup haline geldi. İktidara şirin gözükmek isteyen gazete sahiplerinin, yönetime getirdiği kişilerde, haber ve muhabirin önemini bilmediği için ajans haberleriyle yayınlanan gazeteler oluştu.
Günümüzde yaşananlara bakarsak; AKP iktidarı uzadıkça gazete yönetimlerinin de bocalamaları artıyor. Çünkü AKP’ye kadar uyguladıkları medya-iktidar ilişkileri, stratejisi ve taktikleri işe yaramıyor. Geleneksel medya yönetim yapısı hep şu şekilde oluştu:  Başbakanı kafaya al,  icraatlarını öv, sonra da isteklerini söyle. Ama Tayyip Erdoğan medya sayesinde değil medyaya rağmen iktidara geldiği için bu hesap tutmadı. 2002 Genel Seçimlerine baktığımızda büyük medya iki partiye destek vermemişti. Biri AKP, diğeri CHP. Seçim sonucunda ise en çok oyu bu iki partinin alması medyanın güvenilirliğini sorgulatıyordu.
Basının durumunu bana göre yansıtan en önemli örnek ise Başbakan Erdoğan’ın Dolmabahçe’de gazete ve TV yöneticileriyle yaptığı toplantıda yaşandı. Bu örnek, Habertürk Televizyonu Genel Yayın Müdürü Yiğit Bulut’un Erdoğan’a  söylediği:
“ Gazetelerin de RTÜK’ü olsun efendim!” teklifiydi. Bir gazetecinin hükümete basına sansür koymasını teklif etmesine toplantıdaki diğer gazeteciler tepki gösterirken, basına her zaman mesafeli yaklaşan Başbakan Erdoğan’ın bile  “gazeteler için böyle bir kurul doğru olmaz” deme ihtiyacı duyması durumu anlatıyordu.
Yine Erdoğan ile bir köşe yazarı arasında geçen anekdot ta iletişim fakültelerinde “medya-siyaset” ilişkilerine örnek olarak okutulmalı diye düşünüyorum. Bundan 2 yıl önce çok satan bir gazetenin köşe yazarı patronuna ait bir şirketin dosyasıyla Başbakan Erdoğan’a gidiyor. Erdoğan dosyayı inceleyip köşe yazarına, “ Tebrik ederim genel müdür olmuşsunuz” diyor. Köşe yazarının bu sözlere itiraz edip “ hayır olmadım” demesi üzerine Erdoğan,” o zaman bu şirketin genel müdürü gelsin” diyerek köşe yazarını yolcu ediyor. Bize öğretilen gazetecilik ilkeleriyle bağdaşmayan bu tür davranışlar maalesef mesleğimiz için yüz karasıdır. Bu gün gazetecilere karşı açılmış 5 binden fazla dava varsa. Gazeteciler, yaptığı haberler nedeniyle yargılanıyorsa, çok sayıda gazeteci haber nedeniyle hapisteyse, mesleki dayanışmadan yoksun olduğumuz içindir. Bazı arkadaşlarımız basın dışı sektörlere yöneliyorsa, basın emekçileri üç otuz paraya çalışmak zorunda kalıyorsa kendilerini savunacak örgütleri olmadığı içindir. Bu konuda en büyük görev yine gazetecilere düşmektedir.
Gerçek anlamda demokrasinin oluşabilmesi içim olmazsa olmazlardan olan ve
“ dördüncü kuvvet” olarak kabul edilen basın kuruluşlarındaki yozlaşmanın bir an önce düzelmesini diliyorum. Siyasi görüş farklılıkları olsa bile ülkemizin geleceğini düşünen, demokrasi yanlısı herkesin, gerçek anlamda habercilik yapan basın kuruluşlarına destek olması gerektiğini düşünüyorum.
Yazarın Diğer Yazıları