GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Ender ALDANMAZ
YAZARLAR
5 Eylül 2022 Pazartesi

Mafya milliyetçiliği!

Evinde TV izleyenin, otomobilinde radyo dinleyenin her gün kulağına fısıldanan efsunlu bir söz var:

Yerli ve millilik...

Gündelik yaşamda alınacak ürününün yerli ve milli olmasına ehemmiyet gösteren vatandaş sayısı hala azımsanmayacak sayıda olsa da her geçen gün azalıyor.

Bazen bir kavram sürekli tekrarlandıkça anlamını yitirmeye başlıyor.

Peki yerli olan ne kaldı, milliciliğin neden içi boşaltıldı?

Hayatımızın her yanına sirayet eden bir 'çakma' furyası var. Alınan tişörtten, gıda markalarına kadar alabildiğine değişik isimlerle satılan çakma ürünleri alıp ihtiyaçlarımızı gideriyoruz. Yerli ve milli ürün alma bilinci yerine artık ne bulursak onu giyerim, alırım vaziyeti toplumun hızla dönüşmesini sağladı.

Sağımız çakma, solumuz çakma...

Hatta sağcımız çakma, solcumuz çakma...

Kavramlar, yan yana gelmemesi gerekenler iç içe geçmiş, aparat haline gelmiş durumda…

Milliyetçilik ile mafyacılığın yan yana geliş meselesi ile Sao Paulo gemisi üzerinden yürütülen muhalefet için de bir iki kalem oynatmakta fayda var.

*

MAFYANIN KULLANIĞI MİLLİYETÇİ JARGON MİLLİYETÇİLERİ RAHATSIZ ETMİYOR MU?

İzmir’de son günlerde bir afiş tartışmasıdır yürüyor. Büyükşehir Belediyesi’nin 9 Eylül afişinde yer alan “Barış’ın ikinci yüzyılı” kavramı üzerinden fırtınalar koptu. Hatta bu işte ittifak ortağı İYİ Parti de Soyer’e karşı tavır aldı.

Barış mı, zafer mi? Konuyu taraflara bırakmakta yarar var.

Ancak bu kavram tartışmasına başka bir cepheden girmek de gerekiyor.

Post-modern zamanların dayattığı en büyük hastalık olayları çok yönlü değil bir parçasından tutarak yorumlanmasıdır. Kavramları ya da olguları işine geldiği biçimde bir kenarından çekiştiren yada buradan siyasal bir fayda sağlamaya çalışan ve bunu da bir hayat biçimi haline getiren insanlar topluluğu ile ülkenin ileriye gitmesi zor hatta imkansız…

Sedat Peker’in uzun bir süredir gerek video gerek twitter üzerinden dolaşıma açtığı ifşalarda açılması gereken temel bir tartışma var. O da Türkiye’de milliyetçi söylemler ile mafyacılık faaliyetlerin iç içe geçtiği ve buna da iktidarların ve milliyetçiliği baz alan partilerin göz yumduğudur.

Peker, uzun yıllardır devletin çeşitli kademeleri ile iç içe olan ve suça bulaşmış birisi… Kendisini milliyetçi olarak tanımlar ve milliyetçilerimiz suça bulaşmış bu muhtereme bugüne kadar hep tolerans gösterir hatta sempati duyar. Ve Peker birileri tarafından üstü çizilince kendi cephesinden bir savaş başlattı. Uyuşturucu trafiği, rüşvet skandalları, cinsel içerikli görüntüler, borsa manipülasyonları ve daha birçok konuda yaptığı ifşalar hükümet kanadını oldukça sıkıştırdı.

Aynı gemideydiler.

15 Temmuz sonrası kendisine “Türkiye’de korku iklimi oluşturma” görevinin verildiğini söyleyen Sedat Peker, bozkurt ve rabia işaretleri kullanarak ülkede bir beka sorunu yaşandığını ve Cumhur İttifakı’na karşı olanların ülkenin bekasına kastettiğini milliyetçi jargon ile sokak sokak bangır bangır anlatmaktaydı. Ve açık tehditler savurduğunda bile bunda herhangi bir sakınca görülmemekteydi. Bir yandan korku iklimi oluşturup bir yandan kriminal suçlar işlerken yerlilik, millilik, beka söylemlerinin aslında birer şemsiye olarak kullanıldığını, işlenen suçların “beka mücadelesi” içinde görmezden gelindiğini de anlattı.

Dikkat edilirse Peker de dahil olmak üzere irili ufaklı mafya organizasyonları kuranların çektiği videoların tamamında milliyetçi jargonların kullanıldığını görürsünüz. Sorsanız hepsi sapına kadar milliyetçiler… Bunun dünyada örneği var mıdır bilinmez ancak mafyanın devlet organizasyonu ile doğacak sorunlarını çözeceği yegane şeyin milliyetçi söylem olduğu görülüyor. Vergi vermeyen, meşru olmayan yollardan kazanç elde eden, yeri geldiğinde vatandaşa şiddet uygulayan yani yasa dışı faaliyet gösteren bu kişilerin vatanseverlik adı altında önlerinin pekala açıldığını Peker örneğinde olduğu gibi görüyoruz.

Ve her yerdeler…

Bu kriminal kişiler yeri geliyor İçişleri Bakanı ile fotoğraf çekiyor, yeri geliyor cezaevinden çıkarılıp parti binalarında ağırlanıyor. Yani mafya, devletin var oluş söylemlerini kullanarak kendi alanını büyütüyor. Mafyanın da dışında danışmanların, bürokratların, milletvekillerinin olduğu suç ağlarından bahsediliyor. Ve bunların hepsi de aynı jargonu kullanıyor. Kendisine rüşvet baskısı kurulduğunu iddia eden bir iş kadını canlı yayına çıkıyor ve her şeyi anlatıyor. Müge Anlı izlerken bile suç işleyen biri varsa canlı yayına polis gelip kişiyi götürdüğü memlekette olay “birilerine dokunuyorsa” görmezden geliniyor, ifadesi dahi alınmıyor. Gözaltına alınan ise işlediği suçtan değil eşinin vidosunu başka kişilere göndermekten “özel hayatı gizlilik” suçundan yakalanıp ev hapsine atılıyor.

Devletin var oluş düşüncesini şemsiye yaparak ve buna “beka, yerli ve millilik” kavramlarını ekleyerek arka planda suç işleyenlerin, hırslarına yenik düşen yöneticilerin varlığı sistemi için için çürütüyor. Suç işleyenler hakkında bir şeyler yapılmayınca da devletin hukuk devleti olma misyonu her geçen gün erozyona uğruyor. Daha kötüsü ve ironiği savcıların, hakimlerin toplaması gereken delilleri Peker topluyor ve ifşalıyor. Mızrak artık çuvala sığmıyor.

Kullanılan değerli kavramların ise böyle bir ortamda politik olarak içi boşalıyor. Mağazalarda, pazarlarda satılan ürünler gibi düşünceler de çakmalaşıyor. Ülke bir Japon Pazarı’ndan hallice çakmalar imparatorluğuna, düşünsel olarak da çöle dönüşüyor.

*

SAO PAULO KOORDİNASYONU

İzmir’de 900 ton asbestli olduğu iddia edilen Sao Paulo gemisi büyük bir tartışmayı beraberinde getirdi. Sivil toplum örgütlerinin karşı çıktığı, yerel yönetim ile bakanlığı karşı karşıya getiren olayda ilk raundu sivil toplum almış görülüyor. Çünkü firmanın gemiyi Türkiye’ye bir biçimde getirme ısrarı bulunuyor.

Çevre Mühendisleri Odası İzmir Şubesi BDK üyesi Helil İnay Kınay’ın SonSöz TV’de katıldığı programda söküm tesislerindeki durum ile ilgili önemli detaylar anlatmıştı. Kınay “22 tesis var Aliağa’da… Bunların 8’i AB standart belgeli. Ancak Avrupa’da kapalı biçimde yapılırken bizde açıkta yapılıyor. İş kazaları ve denetimlerde de olumsuz görüşler var. 2022’de 118 gemi, 10 bin tonunun üzerinde atığın bertaraf edildiği söyleniyor. Bu rakamlar sökümü yapan firmaların bakanlığa yaptığı kendi beyanlarının miktarlarıdır. Bunların gerçek olup olmadığı denetimle ortaya çıkar” diyor.

Ancak denetimlerle ilgili kafalarda ciddi soru işaretleri var. Örneğin 2008 yılında Aliağa’ya getirilen Otopan gemisi resmi belgelerde 1 ton asbest olduğu beyan edilmişti. Tepkiler üzerine gemi Hollanda’da söküldü ve 77 tondan fazla asbest olduğu ortaya çıktı.

KUİTO, ETHAN gemileri… Örnekleri çok…

Denetim yok, standart desen hiç yok. Söküm tesislerine gidenlerin profesyonel gaz maskesi takması gerekiyor. Havası o kadar kötü bir yer…

Sao Paulo süreci ile birlikte İzmir Gemi Söküm Koordinasyonu isminde bir grup oluşturuldu. İçinde sivil toplum kuruluşları ile İzmir Büyükşehir Belediyesi yer alıyor. Topluluğun amacı ise şöyle:

“Aliağa bölgesindeki gemi söküm çalışmaları başta olmak üzere, kentte insan ve çevre sağlığını tehdit eden tüm çalışmaların bilime, hukuka, kamu ve çevre sağlığına uygun hale getirilmesi nihai hedefi ile mücadeleyi sürdüreceğiz”

Bu anlattıklarına kendileri inanır mı, onu bilmiyorum. Ama ben inanmıyorum.

İşletmelere AB standartları ve kapalı çalışma ortamı zorunluluğu getirildiği gün bu işletmelerin yapacağı ilk iş kendilerine ülke aramak olur. 74 yılından beri söküm yapılan bir alanda –gelen her iktidarın da işletmecilerle el sıkıştığını düşünürsek- bu zorunluluk yaklaşık 50 yılda gelmediyse önümüzdeki 50 yıl da gelmez. Çünkü rant ve dönen para çok büyük…

Muhalefet eğer ki yapılacak faaliyetten kalıcı bir sonuç almak istiyorsa daha kapsamlı, daha konsantrasyonu yüksek bir söylem ile yan yana gelmesi gerekiyor. Çünkü söküm tesislerinde kim/ne olduğunu bilmiyor, güven sıfır… Koordinasyon amaç bakımından bataklığı kurutmak ile sivrisineği avlamak arasında bir tercih yapmak zorundadır. Geminin ülkeye sokulmamasını İkinci Kurtuluş Savaşı gibi göndermelerle zafer edaları ile anlatıyorsanız asıl hedef olarak bataklığı kurutmak olarak belirlemelisiniz. Bu yapılmaz ise muhalefet ancak “çakma muhalefet” olur.

Örneğin Avrupa sermayesi gelen sivil toplum baskısı ile büyük oranda bu sektörü terk etti. Yapanlar ise çok ciddi standartları uygulaması gerekiyor. Bu standartlar Avrupa’da uygulanabilir ama bizdeki başı boşluk, rantçılık düşünülürse o iş biraz zor görülüyor.

Bir boş vermişlik içinde koca bir kentin denizi, havası, suyu her şeyi kirleniyor.

Ülkenin geleceği ise mafya, yolsuzluk, rüşvet ve suç sarmalı içinde dinamitleniyor.

Otomobilde seyir halinde Yeni Türkü çalıyor: Maskeli balo ve onun sahte yüzleri…