GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Kemal ANADOL
YAZARLAR
30 Aralık 2020 Çarşamba

Kandıralı

1970’li seneler. Hani sık sık “Eski Türkiye” vurgusu yapılıyor ya… Nostalji filân sanmayın gerçekten o günleri özlüyorum. İktidarda tek başına Adalet Partisi ve Başbakan Süleyman Demirel var. İsmet Paşa CHP’nin başında. Onun yaşlılığını Genel Sekreter Bülent Ecevit telâfi ediyor. Siyasal ortam gergin. Her zamanki gibi ülkemizin üstünde oyunlar oynanıyor. Ama liderler birbirlerine karşı asgari nezaketi koruyorlar. Ağızlarından, vatan haini, alçak, zürriyetsiz, ahlâksız, cibilliyetsiz sözcükleri çıkmıyor.

Ortam gergin demiştim. Evet, üniversitelerde boykot ve işgaller sürekli halde. Sol ve sağ fraksiyonlar birbirine düşman. İlerdeki yıllarda ortaya çıkan belgelerden öğrendiğimize göre soğuk savaş ortamındaki ülkemizde yabancı istihbarat örgütleri cirit atıyormuş!

Nihayet 12 Mart 1971 günü ordu muhtıra vererek iktidara el koydu. Sanırım İsmet Paşa komutanlarla pazarlık yaparak parlamentonun kapanmasını önledi. Önledi ama partisinin karışmasına engel olamadı. Ecevit görevinden istifa etti. Onunla birlikte kadrosu da çekildi. Muhtırayla birlikte Başbakanlıktan ayrılan Demirel pusuya yatmıştı. Adalet Partisinden ses seda çıkmıyordu. Türk siyasetinin espri ustası Bölükbaşı durumu tek cümleyle özetleyivermişti. “Azrail Adalet Partisine girdi; cenaze Halk Partisi’nden çıktı!”

***

Sonunda büyük bir kavgaya tanık oldu CHP’liler ve tüm ülke. Kâmil Kırıkoğlu, Selâhattin Hakkı Esatoğlu, Orhan Eyüboğlu, Turan Güneş, İbrahim Öktem, Mustafa Üstündağ, Sırrı Atalay, İhsan Topaloğlu gibi donanımlı ve kararlı Ecevit kadrosu, Nihat Erim, Kemal Satır, İlhami Sancar, Hüdai Oral, Sadrettin Çanga gibi deneyimli isimlerden oluşan İsmet Paşa ekibini yendi!

Partiden ayrılan senatörler ve milletvekilleri yerine örgütten gelen genç kadrolarla seçime giren CHP 1973’te birinci parti olmayı başardı. Ve eski kadroların yerini gençler doldurdu. Ali Topuz, Önder Sav, Deniz Baykal, Mahmut Türkmenoğlu, Süleyman Genç, Metin Tüzün, Engin Ünsal, Yüksel Çakmur ve birçok arkadaşımız… Ben de Zonguldak Milletvekili olarak 32 yaşımda onların arasındaydım.

Parlamentoda üç ay süren bir boşluk! Bir türlü hükümet kurulamıyordu. Nihayet düğüm çözüldü ve “Tarihsel uzlaşma” denilerek CHP-MSP Hükümeti oluştu. Ecevit Başbakan, Erbakan da yardımcısıydı. Yeni hükümet ABD’ye direniyordu. Önce afyon ekimine konan yasak kaldırıldı. Faşist Samson darbesinden sonra ordumuz 1974 yazında Kıbrıs’a çıktı!

Ulusal gururumuz doruklardaydı. Ülkenin her yerinde Ayten Alpman’ın “Bir Başkadır Benim Memleketim” sesi yankılanıyordu. Şehirlerarası otobüslerin arka camları miğferli Ecevit resimleriyle donatılmıştı. En parlak kişi de Dışişleri Bakanı Prof. Turan Güneşti. İkinci harekât onun kızı “Ayşe’nin tatile çıktığı” şifresiyle başlamıştı.

***

Turan Hoca profesördü ama, görünümde ağır başlı bir portrenin tam tersini çiziyordu. CHP örgütü ile sarmaş dolaştı. Espri ile Turan Hoca etle tırnak gibiydi. İyi bir neyzendi. Gözlüklerinin altında fır dönen şeytani bakışları her an bir kahkaha salvosunun gürültüsünü müjdelerdi.

O günlerde bir akşam dostlarla İstanbul Taksim’de ünlü Maksim Gazinosu’ndaydık. Fahrettin Aslan’ın oluşturduğu büyük kadronun üzerineydi magazin dünyasının gündemi. Zeki Müren, Behiye Aksoy, Nesrin Sipahi gibi ünlüler sırayla assolist olarak çıkıyorlardı sahneye. Bunlara bir süre sonra Emel Sayın katılacaktı. Bu arada masamıza bir sürpriz konuk geldi. Klarnetine rakip tanınmayan büyük usta Mustafa Kandıralı! Kim söyledi ise gelip bizi onurlandırmıştı. “Yarım saat vaktim var” demişti. “Sahneye o zaman çıkacağım.” Masada siyaset konuşuluyordu elbette. Kandıralı övünerek Turan Güneş’le hemşeri olmanın dışında ilk okulda sıra arkadaşı olduğunu söylüyordu. Bir duble viski içti. Efendi ve saygılı tavrıyla ayrıldı biraz sonra. Sahnede klârnetinden çıkan sesler bizim için çok daha değerli ve anlamlı olmuştu.

Bir süre sonra İstanbul’da görkemli bir Kandıralılar gecesi düzenlendi. Dışişleri Bakanı Turan Güneş geldiğinde tüm salon ayağa kalkıp “En büyük Kandıralı” diye tempo tutmaya başlamıştı. Hoca biraz yürüyüp durmuş çevresine bakınmış, sonra herkesi susturmuş ve bağırmıştı: “En büyük Kandıralı Mustafa Kandıralı!” Bu kez salon Turan Hocayı tekrar ediyordu. Sanata ve sanatçıya verilen değerin o yıllara yansımasıydı bu…

***

İnsan belirli yaşa ulaşınca sık sık geçmişe takılıyor. Eğer yaşamınız zenginse, parayla ölçülmesi olanaksız bir doyuma ulaşıyor, anılar denizinde yüzüyorsunuz. Bunları iki gün önce 90 yaşında toprağa verdiğimiz büyük klârnet sanatçısının ölüm haberinden sonra hatırladım.

Büyük usta Mustafa Kandıralı’nın memleketinde elinde klârnetiyle anlamlı bir heykelinin dikilmesi gerekmez mi? Ama iktidardaki anlayış heykele karşı! Eski futbolcu, yeni politikacı Alpay, Buca’da yine bir başka değerimiz Bekir Coşkun’un heykeline karşı çıkmış. “Adınızı Cumhuriyet Heykel Partisine dönüştürün” demiş. Oysa tam tersine kendi partisinin adını “Asla Heykel İstemiyoruz”a çevirse çok iyi olur.

Milyonların kalbinde taht kuran sporculara politikaya girince bir hal oluyor galiba… Baksanıza Hakan Şükür’e, baksanıza Yerlikaya’ya. İstifa etmesi gerekirken efeleniyor. Galiba her zamanki gibi en doğru yol, Atatürk’ün sporcu tarifi:

“Ben sporcunun zeki, çevik ve aynı zamanda ahlâklısını severim.”