GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Tayfun MARO
YAZARLAR
9 Ocak 2018 Salı

İkibinli yılların getirdikleri

İkibinli yılların ilk çeyreğinde, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesi tartışmaya açılırken, siyasal islamın öne çıktığına ve devlet kurumlarının yeniden yapılandırıldığına tanık olduk.

Fakat bu tanıklığa rağmen, değişim adına siyasal alanda olan biteni okumakta genellikle çok zorlandık. Siyasete egemen olan akıl ile toplumsal alanın ihtiyaçlarının buluşması hep sıkıntılı oldu. Bilgi toplumuna dayalı olarak küresel ölçekte ortaya çıkan değişim ihtiyacı ile iktidarın yürüttüğü yerli ve milli değişim programı örtüşmüyor.

AKP iktidarda, CHP ana muhalefette, HDP sol muhalefette, MHP ise derin devletin gölgesinde, yaptıkları ve yapamadıklarıyla, bu dönemin siyasi aktörleri olarak tarihe geçecekler. Tarihe nasıl geçecekleri ise, en erken bir yıl, en geç iki yıl içinde belli olacak.

Otokrasi mi, demokrasi mi? Tam bu yol ayrımında, Türkiye, tarihe hangi kaydı düşeceğine karar verecek. Toplumsal mutabakat veya toplumsal ayrışma…

Ülkedeki siyasal kamplaşmanın ortaya çıkardığı tabloya bakarak, en geç iki yıl içinde yapılacak seçimlerde, Türkiye’nin otokrasi ile demokrasi arasında kritik bir seçim yapacağını söyleyebiliyoruz. Ama bu süreçte, demokrasi isteyenlerin nasıl birlikte hareket edeceğini henüz söyleyen yok.

Tam da bu nedenle, birlikte hareket etmenin koşullarının konuşulması ve belirlenmesi önceliklidir. Farklı siyasetlerin birlikte muhalefet yapmasının koşulları var. ancak bu koşullardan nasıl olacak da birlikte mücadele için ortak bir program çıkacak, mesele nasıl nasıl ele alınacak, bunu bilmeye ihtiyacımız var.

Ekonomik sistem sürekli eşitsizlik üretiyor. Gelir dağılımı bozuldu. Dünya nüfusunun %75’i yoksul.

Demokrasiyle yönetilen ülkelerin, günümüz sosyolojisinin gerektirdiği yapısal değişimi demokratik yönetime yansıtması gerekiyor. Yeni demokrasi nasıl olacak?

İnsan haklarına dayalı devleti mümkün kılan yeni yapılanma modelini tartışmak, özgürlüklerin korunması için yapılması gereken yasal düzenlemeler konuşmak bir zaruret.

Bilişim, enerji, endüstriyel üretim, tarım ve hayvancılık alanlarında ekonomik durum hiç parlak değil. İzlene gelen politikaların yeniden belirlenmesi kaçınılmaz.

Köylerin geleceği, tarımın durumu, iklim değişikliği ve çevre sorunları gibi temel meseleler ertelendikçe, insanlık durumu daha kötüye gidecek. Bunları konuşmak gerek.

Eğitimde ülkenin içine düşürüldüğü çıkmazdan nasıl kurtarılacağı, açık bir dille topluma anlatılmalı.

Adalete güven sarsıldı. Hukukun üstünlüğü ilkesi yeniden nasıl inşa edilecek, bunu bilmeye herkesin çok ihtiyacı var.

Bu meseleler konuşulmalı ve çıkan sonuçlar, elde edilen veriler, çözümler, iktidar getirecek bir ortak programa dönüştürülmeli. Ekonomik ve sosyal sorunların çözüm yolu, toplumsal barışın da yoludur.

Artık biliyoruz ki ikibinli yıllar, Türkiye’yi bir kere daha tarihi bir hesaplaşmanın eşiğine getirdi.

Üçyüz yıllık bir meselenin rövanşını almak üzere, doğulu despot zihniyet geri döndü. 1923’te kaybettikleri mücadelenin devamıdır bu… “Nerede kalmıştık?” diye soruyorlar… 1400 yıllık hasretlerini dindirmek gibi bir arzuları var. Bu hasretlerini en yüksek sesle dile getiriyorlar.

Doğu-Batı hattı gerilim yüklü. Ülke, bitmemiş hesapların görüleceği yıllara adeta sürüklendi. Toplum, kavganın veya barışın eşiğinde… Bir tercih yapacağız. Ya birbirimize sarılacağız, ya da birbirimizin gırtlağına… Tercih bizim.