GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Kemal ANADOL
YAZARLAR
22 Mart 2021 Pazartesi

İçi boş demokrasi tartışmaları!

Aklı başında yurttaşlar, ülkemizde ve dünyada demokratik bir toplum ve yönetim biçimini amaçlamaktadır. İnsanlığın ve ülkenin ancak demokratik bir rejimde özgür kalabileceğine ve toplumun kalkınmasının bu rejimde gerçekleşmesi gerektiğine inanmaktadırlar.

Ülkemizde, günlük siyasetin demagoji ve polemikten ibaret hiç de iç açıcı olmayan yapay demokrasi tartışmalarını bilimsel ve evrensel bir şablona oturtmak gerektiği bu nedenle önemlidir.

Çağımızda demokrasinin olmazsa olmaz koşulları soyut tartışmalardan kurtulmuş, metre gibi, litre gibi somut ölçülere ulaşmıştır. 1789 Büyük Fransız Devriminden bu yana insanlığın geçirdiği gözyaşı ve kan dolu aşamalar, tıpkı doğal sızma zeytinyağı gibi yılların içinden süzülerek tartışılmaz kavramlara kavuşmuştur.

***

Günümüzde demokrasi zincirinin olmazsa olmaz üç halkası bu ölçeğin somut örneğidir:

Lâiklik, evrensel hukuk kuralları ve insan hakları…

Lâik olmayan bir rejimde demokrasinin gerçekleşmesi düşünülemez. Lâiklik ve demokrasi etle tırnak gibidir. Bu konudaki tartışmalar akla ziyandır ve boşuna zaman harcamaktır.

***

1789 Devriminin insanlığa armağan ettiği İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, İkinci Dünya Savaşından sonra, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Bildirgesi ve son olarak Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ile tamamlanmıştır. Artık tartışılmayan kavramlar somut biçimde ortaya çıkmıştır. İnsanlığın klasik denilebilecek hak ve özgürlükleri, ekonomik ve sosyal özgürlüklerle tamamlanmış ve sonuçta bu kavramlar evrensel ölçülere kavuşmuştur.

Lâikliğin ve insan haklarının demokratik bir rejimdeki tek güvencesi ise, evrensel hukuk kurallarının titizlikle uygulanmasıdır. Ülkemizdeki anlamsız tartışmalara projektör tutacak olan da bu hukuk kuralları ve uygulamaları olacaktır. Ayrıntılı tarif ve tartışmalara girmeden iki ölçüye dikkat etmek gerekiyor.

Birincisi “Hukuk Kurallarının Genelliği” ilkesidir. Kısa bir tarifle, yasama organının koyduğu kanunlara ve bu kanunlara dayanarak idarenin oluşturduğu kararname, tüzük ve yönetmelik gibi kuralların ülkenin her yerinde ve herkese uygulanmasıdır. Bunun tersine her uygulama demokrasiden uzaklaşma anlamını taşır. Burada çok basit olaylar turnusol kâğıdı görevini yapar. Örneğin yaşadığımız salgın ortamında köfteciye üç masa yasağı getirilirken, iktidar partisinin lebalep dolu kongreler yapması hukukun çiğnendiğinin somut örneğidir. Daha önemli ve yaşamsal çelişkileri sıralamak olası… Halkımız can alıcı görüntülere her an tanık oluyor.

İkincisi de hukuk kurallarının konjenktürel olmamasıdır. Yani hukuk uygulamaları siyasal gelişmelere göre değişmemeli, hukukun uygulanması bazen hızlanıp bazen de gecikmemelidir. “Geç kalan adalet, adalet değildir” ilkesi boşuna konulmamıştır. Soğuk savaş sırasında Marksist düşünce ve örgütlenmeyi yasaklayan Ceza Kanununun ünlü 141/142. maddeleri bunun çok somut örneğidir. Bu maddeler darbe dönemlerinde hızlı ve sert biçimde uygulanır, göreceli demokratik ortamlarda ise tam tersi olurdu.

Günümüzdeki gelişmeler de bu tezi doğruluyor. Toplumu ağır biçimde sarsan ve travma yaratan olaylar siyasal gelişmelere koşut hukuk önüne getirilmiyor, yıllar sonra yeni konjonktüre göre gürültülü biçimde kovuşturuluyorsa bu da demokratik bir toplum görüntüsünü zedeliyor.

Pekiyi bu kuralların evrensel anlamda uygulanmasını kim, hangi kurum yapacaktır?

Elbette tam anlamıyla bağımsız bir yargı ve onun temsilcisi yargıçlar. Kendisini toplumdaki kutuplaşmadan soyutlamış ve tek ölçü olarak hukukun üstünlüğüne inanmış yargıçlar ve onların bağımsızlığını sağlayan yargı sistemi…

Günümüzdeki içi boş demokrasi tartışmalarından sonuç çıkarmak mı istiyoruz. Yukarıdaki lâik, evrensel insan hakları ve evrensel hukuk şablonuna güncel uygulamaları yatırın…

Ne kadar uyuyorsa, o kadar demokrasi vardır ülkemizde. Halkımızın sokakta “Ne kadar ekmek, o kadar köfte” dediği gibi!