GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Gönül Soyoğul
YAZARLAR
22 Eylül 2010 Çarşamba

Hepimiz Coşkun’’uz, hepimiz Özdil!

13 Eylül sabahı, ’“daha özgür ve demokratik’” bir Türkiye’’de uyandık hepimiz, değil mi?
’“Şiştiniz mi düdükler’” çığlıklarıyla köşelerinden taşan evetçi yazarlar arasında; anca yüzde 42’’lik sese sahip ’‘hayır’’cıları, ’‘sakın korkmayın’’ diye teselli eden kalemler bile oldu hatta
Bir süre önce gazeteciliğe dönüş yapan Başbakan Erdoğan’’ın yakın çalışma arkadaşı Akif Beki bile, Radikal’’deki köşesinde şöyle yazmıştı mesela:
’“’…
Hayır’’cı arkadaşlar; üzülmeyin, mağlup olmadınız.
Çünkü, hepimiz için özgür bir Türkiye hayalidir galip gelen.
Hiç şikayetiniz yok muydu sizin de, kurulu düzenden?
Gayri-memnun yığınlara rağmen ayakta durmaya çalışan köhnemiş sistem, ıslah ediliyor işte.
Sevinin...
Bu reform, ’‘Evet’’ diyenlere verdiği hak ve özgürlüklerden sizi mahrum bırakmıyor.
Yenilmiş değilsiniz, aksine siz de kazanan taraftasınız.
Nimetlerinden ’‘Hayır’’cıların yararlanamayacağına dair bir hüküm içermiyor paket.
Yeni Anayasa, Evet’’çiler kadar sizin de anayasanızdır.
Ananızın ak sütü gibi helal olsun.’”
*
Referandum sürecinde ’‘ulusalcı’’ yazılarıyla tanıdığımız, daha önce de Radikal’’den kovulan Mine Kırıkkanat şutlandı Vatan’’dan. Yazılarının defalarca sansüre uğradığını, sonunda da düğmeye basıldığını öğrendik internet sayesinde.
Referandum öncesi yazısını bulamadığımız Bekir Coşkun’’un, ’‘bayram tatiline mi çıktığı, yoksa sonsuz izne mi uğurlandığını’’ çözmeye çalışırken, 13 Eylül sabahı daha özgür daha demokrat bir Türkiye’’ye gözlerimizi açtığımızda gördük ki’…
Bekir Coşkun da 10. Köy’’den uğurlanmış.
 Coşkun için ’‘benim canım ciğerim, ağabeyimdir, nereden çıkarıyorsunuz zorunlu izne çıkarıldığını’’ diyen Habertürk Genel Yayın Yönetmeni Fatih Altaylı’’dan ’‘tısss’’ yok elbette!
*
Ve bugün’… Yine ’‘özgür ve demokrat’’ bir Türkiye sabahında, sevgili Yılmaz Özdil’’in köşesinin yerinde yeller esiyordu.
İçim cız etti.
Aklıma ilk gelen, ’‘muhtemelen Bekir Coşkun için yazmıştı, yönetim yayınlamadı’’ ihtimali oldu. Önemli bir nedenle yazamamış olmaması ihtimalinin olmasını tüm kalbimle dileyerek çevirdim bildiğim tüm telefonları’…
Ama hiçbiri yanıt vermedi.
Açılmadı, meşgule alındı. Ki, bu da ilk ihtimalin, ’‘Özdil’’in yazısının yayımlanmadığı’’ gerçeğinin ’‘suskun kalınarak’’ doğrulanışıydı.
Öğle saatlerine doğru, medya siteleri de o ihtimali gördü zaten’…
Bekir Coşkun’’la ilgili yazma talimatına, ’‘hiç yazmayarak’’ karşılık vermişti Yılmaz.
Köşesi ’‘mazeretsiz’’ olarak boş kalmıştı bu yüzden de.
*
Yılmaz Özdil’’in uğradığı ilk sansür değildi bu elbet.
3.5 yıl önce Sabah, ATV, Yeni Asır’’la birlikte Ciner Grubu’’na bağlı 63 medya şirketinin yönetimine TMSF el koyduğunda, Sabah’’taki köşesinde;
’“Bugün git yarın gel...
Her şeyi satıyorlar.
Bizi kamulaştırdılar.
Devlet memuru olduk, bir nevi.
İsimlerini bilmediğimiz, kısaca TMSF’’ci dediğimiz arkadaşlar geziyor, gazetemin koridorlarında... Ellerinde telsizlerle, takım elbiseli güvenlik görevlileri falan...
Bizi mi koruyorlar?
Bizden mi koruyorlar?
Orası meçhul’” diye yazan sevgili Yılmaz’’a ilk sansür TMSF’’den, ikincisi de Sabah’’ın Genel Yayın Yönetmeni olan Fatih Altaylı’’dan gelmişti.
O sansürü, 3.5 yıl önce çalıştığım gazetede şöyle yazmıştım:
’“Ve bizim Yılmaz Özdil’…
İzmir’’den İstanbul’’a gidip yıldızlaşan meslektaşımız.
Sabah’’ın 3. sayfasında kısa ve kolay anlaşılır cümlelerle yazdığı yağ gibi akıcı,
Özellikle AKP’’ye karşı kullandığı yakıcı üslubu ile bir anda büyük okur kitlesine ulaşıp ustalar arasında yer bulan,
Yazıları internetten Türkiye’’yi dolaşan,
20 küsur yıllık gazeteciliğine, şöhretine rağmen, ’‘sansür’’den kurtulamayan kalem.
Sabah’’taki köşesine önce TMSF, bir gün sonra da, yıllardır etrafa ’“nasıl adam oluruz’” vaazları veren Fatih Altaylı tarafından el konuldu.
Köşesinde ’“Yılmaz’’ı ciddiye almadığını, gülüp geçtiğini ama TMSF’’nin hukuken ciddiye aldığını’” yazan Altaylı; aradan 48 saat geçmeden, kendi yazdığını yalanladı.
Terör bilançosuyla ilgili yazısını, ’“Meraklısına not: Ne zaman adam oluruz? Çok geç!’”
diye tamamlayan Özdil’’in, ’‘iki satır’’ına tahammül edemedi.
Yılmaz’’ı sözde ciddiye almadığını yazan Altaylı, aslında bu İzmirli yazarı ’‘çok ciddiye aldığını’’ göstermiş oldu.
’‘Okur gözü’’yle anlaşılan ise, demokrasinin D’’sini bile hazmedemediğiydi.
’‘Nasıl adam oluruz’’ demekle ’‘olmak’’ arasında büyük fark bulunduğuydu.
Yılmaz’’la aralarında yaşadıkları her ne olursa olsun; Altaylı’’nın, ’‘basın kartının onuru ve medya etiği’’ üzerine köşesinde yıllarca kestiği ahkamlar da gök kubbede ’‘hoş ve boş’’ bir seda olarak salınacaktır.’”
O yazımı, şu satırlarla noktalamıştım:
’“10 yıldır Evrensel gazetesi muhabiri Metin Göktepe adına verilen ’“gazetecilik ödülleri’” törenine damgasını vuran da ’“gazetecilikte sansürün artışı’” oldu önceki gün.
Bilgi’’deki törende, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti eski başkanı Nail Güreli şöyle diyordu:
 "Türkiye’’de demokrasi, özgürlük düşmanı güçlerin karanlığı, egemenliğini sürdürüyor. Gazeteci ve aydınlara karşı düşmanlık, gelenek haline getirildi.
Metin Göktepe’’den bu yana 10 gazeteci daha öldürüldü.
Ne yazık ki basın buna yeterince yer vermedi.
Gazetecilere yapılan baskılar, bugün yeni bir boyutta.
Türkiye’’deki gazetecik etkisizleştirilmiş, yer yer de teslim almış durumda.
Yargıya ve medyaya karşı saldırılar, Metin Göktepe’’deki gibi değil; dolaylı bir şekilde şiddet ve baskı uygulanıyor. Ancak ne yazık ki Metinler gazetelerde belirleyici değil. Belirleyici olan sermaye. Medyanın namusu olan haber, bugün medya patronlarının elinde.
Gerçekler çarpıtılıyor. Medyanın genleriyle oynanıyor."
 Nokta’’da yayınlanan ’“Andıç’” haberiyle ödül alan Ahmet Şık da sansüre değiniyordu:
"Önce döverek öldürüyorlardı. Şimdi yasalarla öldürüyorlar. Bu açık bir sansürdür.
Yaklaşık 2 yıl önce ben de andıçlanmıştım. Medyanın kendisi, çalıştığım Radikal Gazetesi tarafından hem de.’”
’“Muhalif gazeteci’” olmanın yakıcı zorluklarına rağmen, baskıları göze alarak gazetecilik yapmaya çalışanlar, hep/mutlaka ’‘bedel’’ ödemiştir.
Gazetelerin, dergilerin, çok kanallı televizyonların varlığı,
Her şeye rağmen saklanamayan, ucundan kıyısından da olsa örtüsü kaldırılan gerçekler; bazen canla, bazen işsiz kalarak, bazen dayakla/tehditle ödenen ’‘o bedellerin’’ sonucudur.  Unutulmamalı. Ödenecek daha çooook bedel olduğu da’…’”
*
3.5 yıl önce yazdıklarımın bugün hala geçerli, hatta katmerleşmiş olması, nasıl yakıcı, acıtıcı bilseniz’…
Üstelik, ’“daha demokratik, daha özgür, daha çoksesli’” olduğumuzun müjdesinin verilişinin mürekkebi bile kurumamışken.
Muktedirlerin yalan söylediğini hissederken, yine de ’‘belki de ben yanılıyorumdur’’ diye umut kırıntıları beslemeye çalışmışken.
Bir tarafım ’‘en azından seçimlere kadar ’–mış gibi yapmaya devam ederler’’ diye geçici bir umut beslerken, bir tarafım ’“bakalım neler yaşayıp göreceğiz’” diye endişelenirken’… Ödenecek bedellerin bitmediğini/bitmeyeceğini, sevdiğiniz meslektaşlarınızın başına gelenlerle ’“dank’” diye anlamak’… Çok ama çok kahredici.
*
Üzülsek de’…
Kahrolsak da’…
Dağılsak da’…
Korksak da’…
4. Kuvvet’’teki dürüst/demokrat/vicdanlı kalemlerin ve 5. Kuvvet olan siz okurların, ’“hepimiz Bekir Coşkun’’uz/hepimiz Yılmaz Özdil’’iz’” diye bağırmaktan, karşı koymaktan başka çaresi yok!
Karşı koymayanlar, sessiz kalarak ’‘onay’’ verenler ise’…
’“İki cihanda da lekeli’” olacak, bilesiniz’…