GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Nedim ATİLLA
YAZARLAR
11 Haziran 2015 Perşembe

Gel keyfim gel

Yakın dostlarım ‘Hat’ sanatı konusundaki zaafımı bilir. Bu derya gibi engin konuda bilgilerim çok eksik, ama naçizane gönül yakınlığım çok fazla. Uzun yıllar gazete yöneticiliğinin ‘dayanılmaz hafifliği’(!) altında iken, Bektaşî babalarının İstanbul işgal edildiğinde bütün dükkânlara astırdığı, hatta parmaklarındaki yüzüklere kazıttıkları “Bu da geçer ya hû” ifadesini taşıyan hat, masamın tam karşısında asılı dururdu. Çok sıkıldığımda derin bir nefes alır, o şahane yazıya bakakalırdım. Hafiflerdim.


Buda geçer ya hû


Bektaşi yüzüğü

Malumunuz, ‘hatt’, Arapça “çizgi, satır, yol, yazı, sıra, saf, ferman” anlamlarına gelir. ‘Hat Sanatı’ da, Arap harflerinin geçirdiği gelişme evresinde ortaya çıkmıştır. Hat çeşitli türlerde yazılır; merak edenler vikipediye güvenmeden ansiklopedi karıştırabilir. Ben kabaca bildiklerimi biraz paylaşayım: Geometrik olanı Kûfî, dairesel olan ise Nesih, heykel gibi olanı Sülüs’tür. Osmanlı bu üç yazı türünü de çok sevmiş ve çok kullanmıştır. Ayrıca İslam dünyasında Rik’a, Tevki, Tomar, Muhakkak, Gubâri gibi hat türleri de kullanılmıştır ve bunlar sanat tarihi açısından oldukça önemlidir. Bunların dışında Bâlâ, Celî, Dîvânî, Mevhûm, Münhanî, Talîk gibi daha pek çok hat türü de mevcuttur.

Geçtiğimiz pazartesi sabahı, mütevazı koleksiyonumda bulunan (anlamları bir) iki ayrı hat örneğini çıkarıp hem ‘Egedesonsöz’deki köşemde, hem de sosyal medya hesaplarımda paylaştım. 1923 yılında İstanbul’un İngiliz İşgalinden kurtulması şerefine yazılmış hat örnekleriydi bunlar ve “Gel keyfim gel” yazılıydı üzerlerinde… Birkaç gün de, “Bu ne ya?” diye soranlara, (oldukça ayrıntılı) cevap vermenin mutluluğunu yaşadım.

Öyle ya… 08 Haziran 2015 sabahı paylaşmayacaktım da, ne zaman paylaşacaktım, “Gel keyfim gel” yazılı hatlarımı?..

Bu yazıyı bir ‘Ebrû’ üzerine ilk yazan kişi, Hezârfen Hattat Üsküdarlı Necmeddîn Okyay imiş efendim. Aslında Necmeddîn Okyay Beyefendi’nin yaşam öyküsü de hayli ilginç… Ben yeri gelmişken, Prof. Uğur Derman’ın kaleminden “Gel keyfim gel”in hikâyesini sizlerle de paylaşayım:
“Ebrû sanatında kullanılan ve Hindistan’dan geldiği için tedâriki zor olan, morumsu-vişneçürüğü renkli lök boyasının Mısır Çarsısı’ndaki bir dükkânda bulunduğunu işiten Necmeddîn Hoca, bu boyanın peşine düşer. Lakin o gün 13 Kasım 1918’dir ve 30 Ekim’de imzalanan meş'um Mondros Mütarekesi’ni müteakip gemilerle gelen İngiliz-Fransız kuvvetleri İstanbul’u işgale başlamışlardır. Lök boyasını temin eden ve başına bir iş gelmemesi için vapura binmeyip, sandal tutarak yabancı askerlerin arasından güç bela Üsküdar'a dönen Necmeddîn Hoca, evine zorlukla erişir. Aradan neredeyse beş yıl geçtikten sonra, 6 Ekim 1923 tarihinde, yabancı kuvvetlerin gemilerle İstanbul’dan ayrılışını, limanı gören bahçesinden dürbünle seyrederken, o neşe ile evine girip ‘Gel keyfim gel’ hattını ebrûlu olarak yazar ve renkleri serperken işgal günü zorlukla bulduğu lök boyasını da bilhassa kullanır. Ebrû teknesinden çıkardığı eserini kurutup seyretmek maksadıyla önüne aldığında, bir yandan da kahvesini yudumlarken, heyecanından fincandaki kahveyi ‘Gel keyfim gel’in üzerine döker.”


Gel keyfim gel...

İstanbul’un her yeri 6 Ekim 1923’ten itibaren “Gel Keyfim Gel” hatları ile donanmıştır… İzmir’e vapura gelenlerin çantalarında da bu hat vardır ve 29 Ekim’de Cumhuriyet ilan edilince Kemeraltı’nda onlarca dükkanın vitrinine aynı hat asılır…

Tüm ustalarına buradan selam olsun; bir kez daha, 11 Haziran 2008’de …“Gel keyfim gel”…