GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Nedim ATİLLA
YAZARLAR
10 Şubat 2016 Çarşamba

Et fiyatları üzerine..

Memleketin haline kafayı yorsak, bir süre sonra kayışlar boşa dönmeye başlayabilir… Biz de gıdaların üzerine kafa yoralım, sağ olsun okurlarımız da yüreklendiriyor bizi… Bu arada gelen “memleket ne ile uğraşıyor, siz nelerle” minvalindeki serzenişleri de anlıyorum. Ama ne demişler, “adım hıdır….” Bence gıda sadece bu ülkenin değil, dünyanın en önemli sorunu… Bizdeki siyasiler daha az ilgilense de… Bakın 9 Şubat günü Dünya Gıda Örgütü FAO 2016 yılı raporunu açıkladı. Raporun et bölümüne gireceğim bugün…

Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü FAO’ya göre besi hayvanları cinslerinin yüzde 17’si yok olma riski altında… FAO Genel Direktörü, José Graziano da Silva, raporun önsöz bölümünde besiciliği yapılan cinslerin yüzde 70’ini dünyadaki kırsal topluluklarda yaşayan yoksul insanların oluşturduğu milyonlarca insanın geçimine katkıda bulunduğunun altını çizmiş. Bu nedenle hayvan cinslerinin biyolojik çeşitliliği ile ilgili tarım, kırsal kalkınma ve gıda ve beslenme güvenliği için dünyanın derdidir bizim de derdimiz olmalı…

Türkiye’de yükselen et fiyatları…
FAO’nun açıklama yaptığı gün, Türkiye’de Tarım –Gıda- Hayvancılık Bakanlığı çözümü ‘tavan” uygulamasında buldu. Bakan Faruk Çelik kıymanın kilogramı için 32 lira, kuşbaşı ete ise 34 liralık tavan fiyat belirlediklerini söyledi. Karkas ette de tavan fiyatların belirlendiğini ifade eden Bakan Çelik, karkas yağsız et fiyatının 23.2 TL, yağlı fiyatın ise 21.8 TL olması konusunda sektör temsilcileri ile mutabakata varıldığını belirtti. Bakan Çelik, önceliklerinin ithalat olmadığını, hayvancılık sektörünün desteklenerek et fiyatlarının aşağı çekmeyi hedeflediklerine değindi.

Ama sorun bu değildir Sayın Bakan. Sorun evrenseldir. Ette de biyolojik çeşitlilik kaybolmaktadır ve mesele yine sadece Türkiye’nin değil dünyanın meselesidir. Bu gidişle tavan uygulaması ile gün kurtarılabilir.

1458 tür kayboluyor, çözüm Slow Food’da
FAO diyor ki, hali hazırda yok olan cinsler de dahil olmak üzere 1458 adet besi hayvanı türünü yansıtmaktadır. 2005’den 2014’e kadar yok olma riski altındaki cinslerin sayısı hızla artmıştır. FAO bu veriyi yüksek verimlilik sağlayan cins sayısının sınırlandırılmasının hakim olduğu üretimin yapıldığı son derece uzmanlaşmış endüstriyel besihanelerin varlığına dayandırıyor.

Çözümü her zaman olduğu gibi Slow Food sunuyor. Çözüm biyolojik çeşitliliğin korunmasındadır. Slow Food hayvan cinslerindeki dünya üzerinde kurduğu 58 Presidia ile besici ve çobanlara cinslerin korunmasında yardımcı oluyor. Daha fazla bilgi ve ne yapabileceğini keşfetmek için Slow Food Biyolojik Çeşitlilik Gözlem Evinin web sayfasını ziyaret etmek gerek…  http://www.fondazioneslowfood.com/en/our-themes/biodiversity/monitoring-biodiversity/animal-breeds/ 

Biyolojik Çeşitlilik Slow Food Vakfı Başkanı Piero Sardo, doğa ve insan tarihinde tür ve cinslerin yok olmasının hep normal bir şey olduğunu söylüyor… Geçen yıllarda kendisini Foça’da ağırladığımız Sardo şöyle diyor: “Fakat, bazı türler ve cinsler kaybolmuştur ve doğal olarak başkaları bunların yerini almıştır. Şimdi, temek fark insanoğlunun bu prosesi hızlandırmış olmasıdır. Sadece şimdi genetik, ekonomik ve kültürel maliyeti anlamaya başlıyoruz. Bu son sözü edilen husus genelde ihmal edilmiştir, fakat bir cins kaybolduğunda kendisi ile birlikte tarihimizle ve çalışma biçimimizle ilgili kültürel ilişki de kaybolmaktadır”.

Türkiye’de de türler kayboluyor. Çobanların koyunları yetiştirmesini ve üretime devam etmelerini zorlaştırıyor. Diğer sorunlar arasında yüksek maliyetler ve geleneksel tarımın düşük kârlılığı, kentlere göç ile bilgi kaybı, üreticiler arasında organizasyon eksikliği ve hükümet ya da diğer dış mali destek eksikliği sayılabilir. Türkiye’nin kaybolmakta olan türleri için Mutfak Dostları Derneği ile Slow Food (bu köşenin yazarı her ikisinde de yöneticidir) ortaklaşa bir proje gerçekleştiriyor ve Türkiye’deki kayıp türleri ortaya çıkarmaya çalışıyor…

Şu anda bizim çalışma alanımızdaki Anadolu’da kaybolmakta olan besi hayvanı türleri şöyle:

SAKIZ KOYUNU: Yunanistan’ın Chios koyun ırkıyla, Türkiye’nin Sakız koyun ırkının aynı olması muhtemeldir. Sakız koyunu, İzmir’in Karaburun yarımadasında bulunan Çeşme’de 150 yıldır biliniyor.  Cinsin kökeni tam olarak bilinmemekle birlikte, Kamakuyruk koyunu ve Türk yağlı kuyruklu Karaman'ın birleşmesiyle ortaya çıktığı da söylenmektedir. Renkleri genel olarak beyazdır ve ağız, göz, kulak ve bacak çevresinde siyah benekleri bulunur.  Kuyrukları uzundur ve ucunda üçgen bir yağ deposu mevcuttur. Erkeklerin uzun sarmal boynuzları vardır, dişileri boynuzsuzdur. Sakız Koyun yönetimi, yine İzmir'de yetişen bir cins olan Kıvırcık’tan oldukça farklıdır. Sakız koyunu, aile fertleri için gerekli et ve sütü sağlamak için 2-6 adet olarak tutulur. Sakız kuzuları ve onların yan ürünleri, genellikle ticari olarak satılmamaktadır. Yüksek süt verimi olan sakız kuzuları son derece üretkendirler, ortalama doğum başına iki kuzu. Sütü çeşitli peynir yapımında kullanılır ve etleri diğer koyun çeşitlerininkine göre daha az yağlıdır. Yılın büyük bölümü otlatılırlar ve ayrıca ailelerin arta kalan meyve ve sebzelerini yerler. Kış aylarında ahırlarda tutulur ve beslenirler. Devlet kurumları ve üniversiteler tarafından tutulan kayıtlı sürüler vardır. Sakız koyunu, Osmanlı döneminde Ege Bölgesi'nin en önemli ve en verimli hayvanı olmuştur. Özellikle düğünlerde, gelinin ailesine sunulan en değerli hediyelerin başında gelirdi. Kurban Bayramı'nda, Osmanlı Padişahı adına sarayda Sakız koçu kesilirdi. 1983 yılında, Sakız koyunu sayısı 30.000 idi, ama bugün nüfusu büyük ölçüde azalmıştır. Kentsel alanlara insan göçü, düşük karlılık,  eğitim ve organizasyon eksikliği çiftlik hayvancılığını azaltmıştır.

KARAKAYA KOYUNU: Adını Tokat ilinin Karayaka yöresinden alır. Herhangi bir ırka benzemeyen karakteristik özelliklere sahiptir. Özellikle Karadeniz kıyılarına, Ordu, Giresun, Samsun, Tokat ve Sinop'a yayılmıştır. Buralardaki otlama sezonları daha uzundur. Sürüdeki koyun sayısı 5’ten 200’e kadar değişir. Sürü nüfusu kıyı bölgelerde azalırken, iç bölgelerde artar. Karakaya koyunu çoğunlukla yaz aylarında dağlara götürülür ve kışları geri getirilir. Hayvanların rengi çoğunlukla beyazdır. 10% kadar koyunun postu siyah veya kahverengidir. Beyaz olanları ise, Çakrak ve Karagöz diye ikiye ayrılır. Çakrak koyunlarının başı, kulakları, bacakları ve kuyrukları renklidir. Karagöz’ün ise ismine uygun olarak gözlerinde, ağız çevresinde ve bacaklarında siyah benekler vardır. Karagöz soğuk havaya daha dayanıklıdır. Çakrak ise Karagöz’e göre daha büyüktür. Koçlar genellikle kalın spiral boynuzlu, koyunlar boynuzsuzdur. Yünleri çok kabadır ve bölgede şilte yapmak için kullanılır.  Karayaka koyunlarının süt üretim miktarı düşüktür fakat, bu cins erken olgunlaşır. Et kalitesi yüksektir ve lezzet sıralamasında Kıvırcık’tan sonra ikinci sırada gelir. Karayaka saf ırkla yetiştirilmektedir. 1983 de Türkiye’de yaklaşık 1,7 milyon Karayaka koyunu varken ki bu toplam koyun nüfusunun 3,5% dur. Günümüzde bu sayı, melezlemeden ve çiftçilere yeterli desteğin sağlanamaması sonucu diğer daha karlı ırkların yetiştirilmesinden dolayı 800.000 ‘lere düşmüştür.

Nedir bu Slow Food?
Merak edenler için yazalım… Slow Food  iyi, temiz ve adil gıdayı savunan ve buna tutkuyla bağlanan bir milyondan fazla insanı içermektedir. 158’i aşkın ülkede; aralarında şeflerin, gençlerin, aktivistlerin, çiftçilerin, balıkçıların, uzmanların ve akademisyenlerin yer aldığı yaklaşık 100.000 Slow Food üyesi bulunmaktadır. Üyeler, dünya geneline yayılmış 1500 yerel birliklere (konvivyum olarak da bilinen) gerek üyelik aidatları, gerekse de düzenledikleri etkinlikler ve kampanyalarla destek olmaktadır. Bunun yanı sıra, küçük ölçekli sürdürülebilir gıda üretimi yapan 2000’ini aşkın Terra Madre gıda topluluğu da Slow Food ağının içinde yer almaktadır.