GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
İhsan Özbelge ÖZDURAN
YAZARLAR
20 Temmuz 2021 Salı

Eski bir İzmir masalı... Gerdan tatlısı

Bazen bir resim, bir söz, bir şarkı götürür sizi çok uzaklara...

Bazen sandıkta sakladığınız oyalı bir mendile akıtmak istersiniz gözyaşlarınızı...

Aileden kalma yaldızı çıkmış bir fincanda içerken kahvenizi...

En koyu sohbetleri yaparsınız kaybettiklerinizle..

Ya da, bir koku alır götürüverir sizi yıllar yıllar öncesine...

Bugün bayram... Kim bilir; bu yaşadığım kaçıncı bayram sabahı?

Burnumda, beni geçmişe uçuruveren... Buram buram bir tarçın kokusu...

Duyusal hafızamdaki kayıtları seriverdi gözlerimin önüne... 

Kurban bayramı telaşlarının yaşandığı, çocukluk yıllarım çok gerilerde kaldı...

Gördüklerim, yaşadıklarım bir film şeridi...

Geriye sar sarabilirsen! Tekrarı mümkün değil...

O unutulmaya yüz tutmuş bayram adetleri...

Tadları damağımda… Kokuları burnumda kalan İzmir lezzetleri.

***

Soğuk kış günlerine denk gelirdi çocukluğumun bayramları, o bolluk bereket yıllarında...

Kurban bayramının birinci günü... Evin içinde bir koşuşturma, bir telaş…

Nasıl da sabırsızlanırdım bayramlıklarımı bir an önce giyebilmek için...

Fakat... Zinhar! Bayramlıklar ilk günden giyilemezdi...

Çünkü.. Bayramın birinci günü; genellikle ne kimseye gidilir, ne de kimseler gelirdi...

Telaşe bayramı derlerdi, kurban bayramına... O yüzden de dört gün ya.

Günler öncesinden başlardı, o hummalı faaliyet...

Bileyiciye götürülen; bıçak, satır gibi bilcümle edevat...

Senede bir gün, kilerden ortaya çıkıveren masat...

Kalaycıya gönderilip; pırıl pırıl parlayarak geri gelen kazan, tencere, tava, kuşane, sahan

Turgutlu’dan (Kasaba) aylar öncesinden getirtilen bir çuval mangal kömürü...

Maltızla ve mangalla buluşuveren; ateşle duman...

Ev halkı arasında ise hiyerarşik yapıya göre hazırlanmış olan görev taksimi...

Mutlak surette, et dağıtmaktı çocukların işi...

Bir rabarbayı andıran, fikir beyanatları...

“Kasap da pek maharetli imiş / Yok yok bu seneki pek acemiymiş...

Kasabın eli ne de ağırmış / sağolsun, eli de pek çabukmuş...

Kurbanın kaçta kaçı dağıtılmalıymış?

Hangi koyunun eti fazlaymış, kuyrukluymuş, kuyruksuzmuş, yağlı ya da yağsızmış” gibi.

Hava soğuk mu soğuk... Sıcacık odalarda, içimizi ısıtıveren işkembe çorbası...

Neşe içinde oturulan, o kalabalık bayram sofraları...

İşkembe dolması, kavurma, kumbar, sura dolması...

Bayramın olmazsa olmazı... Mutlaka yapılan gerdan tatlısı...

Ah... Kokusu burnumda tüten, unutulan o muhteşem lezzet...

Osmanlı mutfağından... Evliya Çelebi’nin sözünü ettiği...

Kurban bayramlarının vazgeçilmez ritüeli…


Lezzetin emekle buluştuğu eski bir İzmir geleneği...

Yapılışı zahmetli mi zahmetli... Gerdan tatlısı...

Gerdan tenceresi denilen tencerede mütemadiyen suyu değiştirilerek...

Bir süre bekletilirdi kuzu gerdanı, yağları ayıklanırdı bir güzel...

Sonra, maltızdaki nar gibi yanan ateşin üzerinde kaynamaya başlardı...

Duru bir et suyu elde edene kadar üzerinden köpükleri alınır ve soğumaya bırakılırdı…

Bir çabukta soğuyuveren et suyunun üzerinden, mukavva gibi donmuş yağ tabakası kolayca ayrılırdı

Defalarca süzülür ve pırıl pırıl bir su kalırdı geriye…

‘’Bolca koy şekerini…Tadı kıt olmasın derlerdi birbirlerine mutfaktakiler…Et , şeker kaldırır…’’

Bir tarafta gerdanın yağsız tarafından etler didiklenir ve şekerli et suyu ile buluşturulur

Ve... Koyu bir kıvam alıncaya kadar uzunca bir süre  kaynatılırdı.

Önceden ağartılmış, mis gibi kavrulmuş bademler, kavrulmuş fındıklar, fıstıklar...

Kuru erik, kuru kayısı ilavesi ile... Görsel bir şölen başlardı…

Karanfilin ve kabuk tarçının rayihası ile bütünleşen bu muhteşem lezzet...

Yemek sonrası, bakır sahanlarda ısıtılarak sofradaki yerini alırdı...

Ve bayramın ikinci günü gelmeye başlayan misafirlere, incecik porselen tabaklarda ikram edilirdi.

Nasıl da unutuluverdi yıllar içinde... Saraydan çıkma o mağrur tatlı...

Şimdilerde ne adı kaldı, ne sanı...

Bilen, pişiren, tadan, tadı damağında kalan ya da geleceğe aktaracak olan kimse mi kalmadı?

Yoksa, İzmir’de... İzmir kültürünü yaşatacak İzmirli mi kalmadı?

Ya da… İzmir’in meşhur yemekleri başlığı altında sıralanıverenlerin içine...

Mağrur bir eda ile girmek istemedi mi acaba gerdan tatlısı?

Belki de...

Göç kültürünün baskınlığı karşısında, bir kenara çekilivermişti büyük bir sükunetle...

Mümkündür... Çünkü İzmir, her konuda tevazunun arzı endam ettiği bir şehirdir...

Faraziyeler bir tarafa... Gerçek olan şu ki...

Yüzlerce yıllık bu kültür, mutlaka hatırlanmalı ve yaşatılmalıdır...

Aksi takdirde...

Bugün, benim di’li geçmiş zaman kipi ile kurduğum gerdan tatlısını anlatan bu cümlelerimi... 

Gelecek nesiller, miş’li geçmiş zaman kipi ile kuracaklardır!

Bu noktada...

”Hatıra yazmak, ölümün elinden bir şey kurtarmaktır” der Fransız yazar Andre Gide...

Bu kadim İzmir kültürünü, mazinin derinliklerine gömmemek adına...

İzmir Büyükşehir Belediyesine ve de Konak Belediyesine bir sual eylesem:

Anadolu’nun birçok şehrine ait yöresel yemeklerin coğrafi işaretle tescillenmiş olması gibi…

Gerdan tatlısına da coğrafi işaret alınması mümkün olamaz mı?

Neden olmasın?

Peki... Şehrin kültür hafızasını  canlandırmak ve yaşatmak için, bu bir çağrı mıdır?

Evet... Kaybolan yüzlerce yıllık bir geleneği bulmak adına yapılan bir çağrıdır.

Geçmiş zamanlarda yaşanmış kent kültürünün günümüze seslenişidir.

Unutulan eski bir İzmir masalını hatırlatma çabasıdır.

Çünkü gerdan tatlısı... İzmir’in kaybolan ağız tadıdır.

Ağız tadı ile geçireceğimiz nice bayram günlerine erişmek dileği ile...

Bayramınız kutlu olsun efendim.

Dip not: Yıllar önce başlayan, bu kadim kültürümüzü unutturmama ve yaşatma gayretlerimde; Sn. Nedim Atilla’nın çekimlerini gerçekleştirdiği bir tv programında gerdan tatlısının yapılışını ve sunumunu gerçekleştirme şansı bulmuştum...  Izmir adına, o kıymeti büyük desteğe tekrar teşekkürlerimle…