GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Kemal ANADOL
YAZARLAR
14 Nisan 2023 Cuma

Demokrasimizin bekası tehlikede mi?

Önce siyasal tartışmalarda çok kullanılan “Beka” sözcüğünün anlamına bir göz atalım. Arapça kökenli bu sözcüğün Türk Dil Kurumu sözlüğündeki karşılığı “kalıcılık, ölmezlik, ölümsüzlük” olarak belirlenmiş. Örneğin bir devletin beka sorunu varsa, o devletin kalıcılığı ve geleceği için tehlike çanları çalmaktadır. Siyasilerimiz yerli yersiz kullandıklarından bu sözcük ağırlığından epey fire verdi. İstanbul Büyükşehir Belediye seçimlerinde AKP ve MHP Genel Başkanları Sayın İmamoğlu’nun seçilmesini ülkenin beka sorunu ilân ettiler mesela… İmamoğlu şu anda görev başında ve ülkemiz Anadolu’su Trakya’sı ile Muğlalıların deyimiyle yerinde durup duruyor.

Ama ben şu anda kampanyasını yaşadığımız 14 Mayıs 2023 seçimleri sonunda; 1876’dan bu yana darbelere ve kesintilere karşın gerçekleştirmeye çalıştığımız demokrasimizin iki anlamda beka sorunu yaşadığına inanıyorum.

Birincisi, İktidar ve muhalefet safında bulunan bazı partilerin Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu ilkelerini, örneğin “değiştirilmesi bile önerilemeyecek” maddelerini açık açık gözlerine kestirdiklerine tanık oluyoruz. Yüz yıllık Cumhuriyeti dönüştürmekten söz ediliyor. Cumhuriyetin üniter yapısını, olmazsa olmazı lâiklik ilkesini, dil ve eğitim birliğini korkmadan ve çekinmeden hedef almak vaka i adiye (sıradan olay) haline geldi! Kemalizm’e saldırmak moda oldu. Taraf yazarları, yetmez ama evetçiler sıralandıkları listelerden Ergenekon ve Balyoz mağdurlarına göz kırpıyorlar!

İkincisi, iktidarı ve muhalefetiyle, seçmeni/halkı/millî iradeyi TBMM’de temsil edecek adayların saptanmasında uyguladıkları yöntemin ve “yaşanılan olağanüstü koşullar” safsatasıyla gösterdikleri olağanüstü kötü performansın artık kakafoniye dönüşmesidir.

Biraz sonra savlarımın gerekçelerini yazacağım elbette. Ama önce safımı açıkça belirtmem gerekiyor. Siyasal yaşamımın 2002’den 2011’e uzanan bölümü parlamentoda AKP iktidarı ile mücadele içinde geçti. Bugün de Cumhur İttifakının seçimi yitirmesinde ülkem için sayılamayacak kadar çok yarar görüyorum. Zira Cumhuriyetin ve demokrasinin olmazsa olmazı lâiklik ilkesinin bu kadar horlanmasına yüreğim elvermiyor. Halkımızın ikinci dünya savaşında görmediği yokluk ve açlık can yakıyor. Eğitim, sağlık perişan! Hukuka guguk diyenler iktidarda! Uzatmaya gerek yok. Eğer devletin kurucu ilkeleri, temel taşları ve çatısı tehlike altındaysa bu uygulamalara karşı çıkmak bir yurttaşlık görevidir.

Gelelim asıl konumuza. Demokrasimizin neden beka sorunu vardır? İktidar ve muhalefetiyle 12 Eylül’den bu yana yapılan bütün seçimlerde, (bir-iki küçük örnek dışında) partileri yöneten liderler ve çevresini oluşturan oligarşi sandığa giden yurttaşları “seçmen” değil, “noter” olarak görmek istemektedir. “Adayları biz belirleriz size de onaylamak düşer” anlayışı bu dönemde iyice açığa çıktı. Vaktiyle Ekmeleddin İhsanoğlu’na muhalif kalanların “tıpış tıpış” oy verecekleri, daha doğrusu vermek zorunda oldukları söylemi siyasal literatüre geçmişti. Seçimi kazanabilmek için seçmenin sandığa ayağını sürüyerek değil, koşarak gitmesi gerektiği gerçeği göz ardı edilmişti. Oy vermesi istenen yurttaştan aday belirlemede en küçük bir katkı bile esirgenirse o rejime demokrasi denilebilir mi?

Bu durum sadece bizim ülkemize has değil; çağdaş demokrasilerde de görülen bir hastalıktır. Dünya ölçeğinde otorite sahibi Fransız Anayasa ve Siyaset Bilimcisi Maurice Duverger, “Parti liderleri işin doğası gereği kendi iktidarlarını koruma ve giderek artırma eğilimindedirler. Üyelerin liderlerin bu davranışı karşısındaki genel tavrı, onun yetkilerini sınırlamak değil aksine putlaştırarak gücünü daha artırma yönünde olmaktadır” diyor. Bir başka otorite Robert Michels’e göre, “Parti lideri olan kişi, bu konuda yasaklayıcı bir hüküm ya da olağanüstü bir gelişme söz konusu olmadıkça, liderliğini yaşamı boyunca devam ettirme eğilimindedir. Belirli bir süre parti liderliğini sürdüren kişi bunu kendisine ait bir mülkiyet hakkı olarak görmeye başlar. Liderin bu aşamadan sonra görevden uzaklaştırılması zordur. Zira lider kendisini koruyan düzenlemelerle parti içindeki konumunu sağlamlaştırır.”

İçinde yaşadığımız uygulamalara bakınız. Evi barkı, mesleği Bursa’da olan ve politikayı bu ilde yapan politikacı meclise girdikten sonra iradesini lidere kiralamıştır. Artık istese de Bursa’dan aday olamaz. Lider onu Urfa’ya gönderir. Artık Urfa vekilidir değil mi? Siz öyle sanın. Bu kez Artvin listesindedir! Bu örneği istediğiniz kadar çoğaltmak olası. Reis şu işareti veriyor. “Bütün ipler benim elimde! Aklınızı başınıza alın. İrademin dışına çıkamazsınız!” Kaymakam/vali kararnameleriyle milletvekili aday listeleri arasında ne fark var? Allah aşkına söyler misiniz? Tüm aday listeleri böyle değil mi? Vaktiyle bir reklam vardı: “Yok birbirimizden farkımız, biz Osmanlı Bankasıyız!”

Batı demokrasisi bu hastalıkları yaşadıktan sonra kendine göre çözüm yolları aradı ve buldu. Bugün tüm AB ülkeleri ve İngiltere’de parti genel başkanlarını üyeler seçiyor. Biliyorum hemen mazeret hazırdır. “Efendim üyelerimiz sağlıklı değil!” Verilecek yanıt da hazır elbet. “Kaç yıldır partinin başındasınız. Bu süre içinde sağlıklı üye yapısı oluşturamazsanız ülkenin bozuk düzenini nasıl değiştireceksiniz?” Önüne geleni kaydederek birbiriyle üye yarıştıran partiler bunu amaçsız mı yapıyorlar sanıyorsunuz? Yine bir reklamı anımsıyorum. “Kontrolsuz güç güç değildir” diye. İdeolojisiz, eğitimsiz, sadece genel ve yerel iktidarların nimetinden yararlanmak beklentisiyle oluşan/oluşturulan yüzbinlerce üye yığınından ne beklenebilir ki? Parti oligarşisi de elbet bunun farkındadır. Ama ipi elden kaçırmamak için bu durum mazeretin gerekçesi olacaktır. “Üye yapısı sağlıklı değil!”

Avrupa ve İngiltere’de salt sosyalist ve sosyal demokrat partiler değil, artık muhafazakâr partiler de liderlerini üyelerle seçiyor. Örneğin 23 Temmuz 2019 günü Muhafazakâr Parti Başkanlığı için yapılan seçimde 160 bin kişi sandık başına gitmiş, Boris Johnson 92.353 oyla yeni lider ve Başbakan olmuştu.

Fransız Sosyalist Parti üyeleri cumhurbaşkanı adayını belirlemek üzere 20 Ekim 2011 günü sandığa gittiler. Seçime yaklaşık üç milyon üye katılmıştı. Oyların %56’sını alan François Hollande partinin cumhurbaşkanı adayı olmuş, daha sonra ülke genelinde yapılan seçimi kazanarak Fransa Cumhurbaşkanı sıfatını elde etmişti.

Bazı gerçekleri sıralamakta yarar var. Bunlardan birincisi toplumda yaratılan yargı denetiminde önseçim yapmaya mevcut Siyasi Partiler Kanununun engel olduğu algısıdır. Parti içi demokrasinin gerçekleşmesi için öncelikle bu yasanın değiştirilmesi gerektiği söylenir durur. Bunun anlamı ipe un sermektir! Mevcut Siyasi Partiler Kanununa göre tüm üyelerle önseçim yapılması ana kural, merkez yoklaması istisnadır. Yasa genel merkezlere milletvekili sayısının yüzde beşi kadar kontenjan hakkı tanımıştır o kadar! 12 Eylül’den sonra kurulan liderler demokrasisi yasayı ters yüz ederek merkez yoklamasını ana kural haline getirmiştir. Her seçimde de oligarşinin gerekçesi hazırdır. “Ülkemiz olağanüstü bir dönemden geçiyor. Bu defa böyle idare edelim.” İhtirası aklının önündeki muktedirler nedeniyle çileli ülkemiz ne zaman normal günler yaşadı ki? Gerçekten cumhuriyet ve demokrasinin dönüm noktası olan 14 Mayıs seçimlerinde de aynı mazeret ileri sürülüyor. AKP İhvan ideolojisi üzerinde kurulan bir biat ve itaat partisidir. Demokrasiye vakti gelince inilecek bir tramvay gözüyle bakan bir partiden parti içi demokrasi beklemek, kutuplarda portakal yetiştirmeye kalkmakla eş anlamlıdır!

Ya diğerleri? Muhalefet partileri? Tamam, bugün koşullar olağanüstü. Yarın iktidara geldiğinizde de seçmene noterlik yaptıracak mısınız? Üye olmaya can attığınız AB ülkelerindeki partiler gibi eğitimli ve nitelikli üyelerden oluşan partililere adaylığınızı emanet edebilecek misiniz?

Hani “vesayet” sözcüğü yerli yersiz kullanılıyor, siyasal tartışmaların ana malzemesi oluyor ya… Ülkemizin yalın gerçeği tüm seçmenlerin parti oligarşilerinin vesayeti altında olduğudur. Seçmenin vesayet altında olduğu bir ülkede demokrasiden söz edilemez! Bu nedenle demokrasimizin bekası tehlikededir!

Yavru vatan KKTC’deki seçim sisteminin ülkemizdeki partilere kapak olmasını diliyorum. Önce parti örgütleri seçim bölgesindeki vekil sayısının iki katı adayı ön seçimle belirliyorlar. Seçmen birleşik oy pusulasındaki partilerden birine evet mührünü vuruyorsa o liste içinden tercih hakkını kullanıp işaretliyor. Herhangi bir partiye mühür vurmadıysa tüm listeler üzerinde tercih hakkına sahip oluyor. KKTC’deki gerçekten seçme ve seçilme hakkına sahip özgür seçmenlerin demokrasimize örnek olmasını dilemekten başka bir çaremiz yok maalesef.