GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Kemal ANADOL
YAZARLAR
11 Ocak 2021 Pazartesi

Büyük tehlike!

Ülkemiz zor günler yaşıyor. Ekonomik bunalımın üstüne önce depremler sonra da Korona salgını çöktü. Bu kez yaşam daha da güç hale geldi. Esnaf dükkân kapadı, üretim azaldı, turizm ve hizmet sektörü ağır yara aldı. İşsizlik resmî açıklamaların çok üstünde tavan yaptı. Bilim insanlarının büyük çoğunluğu salgını en az 14 günlük kapanma ile önleyebileceğimizi söylüyorlar. Ama anlaşılan devletin ekonomik gücü buna yeterli değil. Şu anda gündemde salgına karşı tek çare var; o da aşı. İnsanlar merakla aşının başlayacağı günü bekliyorlar.

***

Türkiye iç sorunlarıyla boğuşurken, dış politikamız da çok kritik aşamalar geçiriyor. Doğu Akdeniz’de, Yunanistan, Güney Kıbrıs, Mısır, İsrail, Arap ülkeleri, Fransa bize karşı ittifak halindeler. ABD de onlardan yana kuşkusuz. Sınırlarımızın hemen yanında ikinci bir İsrail yani bir Kürt devleti kurma çabasında. Terör örgütü PKK/PYD ABD’den gelen binlerce tır ağır silahla donatılıyor.

Bu durumda sağduyu sahipleri iç cephenin güçlendirilmesi, ulusal birliğin korunmasını yineliyorlar. Aklın yolu bir…  Ama iç siyaset akıl dışı seyrediyor. Kutuplaşma yangınına sanki benzin sıkılıyor! Rüyamızda görsek inanmayacağımız kâbus, gerçek yaşamda nefes alışımızı zorlaştırıyor.

Ülkemizin sık yinelenen deyimle “millî birlik ve beraberliği” tehlike altında. Bu tehlikeyi körükleyen de sorumsuzca ortaya atılan suçlamalar ve önemli kavramların içinin boşaltılması. Örneğin casusluk! Cumhuriyet kurulduktan bu yana kaç casusluk davası görülmüştür? Sanırım iki elin parmaklarını geçmez. Ama 10 Ağustos 2010’da İzmir Emniyet Müdürlüğüne gelen ihbar (!) üzerine aralarında üst düzey askerlerin de bulunduğu 357 sanık hakkında, devletin gizli bilgi ve belgelerini yabancı istihbarat servislerine verme iddiasıyla dava açılmıştı. Toplumdaki travmayı düşünebiliyor musunuz? Vatandaş “Vay anasını!” diyordu. “Demek bizi koruyacak ordumuz casuslarla doluymuş!” Gerçekte cumhuriyetin kuruluş ilkelerine bağlı, sapına kadar yurtsever askerlerimiz itibarsızlaştırılmak isteniyordu. Gizli olan soruşturma, yalan yanlış, magazin ve sex sosu ilâve edilerek güdümlü basına servis ediliyordu. Aileler yıkıldı, masum insanların geleceği karartıldı. Sanıklar sonunda aklandılar. İnsanın aklına hemen Arapça “Badel Harabül Basra” deyimi geliyor. Basra yandıktan sonra kalan ne işe yarar anlamında… Yani iş işten geçtikten sonra!

Sonra anlaşıldı ki bu FETÖ örgütünün kumpasıymış. Sahte delil üreten ve komplo kuran çoğu Emniyet ve yargı mensubu 90 sanık yargılandı; 41’ine 6 ile 51 yıl arasında değişen cezalar verildi. Ama FETÖ istediği sonuca ulaşmıştı. Yurtsever subayların çoğu mesleklerini yitirmişler ve en önemlisi “Casusluk” hele “Askeri Casusluk” kavramlarının içi boşaltılmış, argo tabirle yalama edilmiş, toplumun bu sözcüklere duyarlılığı köreltilmişti.

***

Toplumun duyarlı olduğu bir kavramın da hızla ve sorumsuzca çürütüldüğüne tanık oluyoruz. Siyasî tartışmalarda taraflar hiç düşünmeden ve çekinmeden birbirlerine “vatan haini” diyebiliyorlar. Türk Ceza Kanunumuz bu kavramı 302 ve 303. Maddelerinde düzenliyor. 302. Madde vatan hainini bakın nasıl tanımlıyor: “Devletin topraklarının tamamını veya bir kısmını yabancı devletin egemenliği altına koymaya ve devletin bağımsızlığını zayıflatmaya veya birliğini bozmaya veya devlet egemenliği altında bulunan topraklardan bir kısmını devlet idaresinden ayırmaya…” yönelik bir fiili işleyen kimse.

TCK 303. Madde ise şöyle: “T.C. Devletinin savaş halinde olduğu herhangi bir devlete ait orduda hizmet kabul eden ya da herhangi bir düşman devletin yanında T.C. Devletine karşı silahlı çatışmaya giren kimse.”

Her iki maddenin karşılığı da eskiden idam cezasıydı. Şimdi ağırlaştırılmış müebbet!

İnsanın aklına gelmiyor mu? En önemli makamlarda bulunan kişiler birbirlerini vatan hainliği ile suçlarlarsa “iç cephe” bırakın güçlendirmeyi, nasıl sağlam kalacak. Bu kadar vatan haini ortalıkta

dolaşırken devlet neden görevini yapmıyor? Her önüne gelenin birbirini vatan ihanetiyle suçladığı bir toplumda “millî birlik” sağlanabilir mi? Bir kavramın bu kadar ucuzlatıldığı bir ortamda gerçek vatan hainlerini diğerlerinden nasıl ayıracağız?

***

İçi boşaltılan ve çürütülen iki kavram da “terör” ve “terörist”. Uluslararası kabul gören terör tarifi çok kısa ve açıktır: “Siyasal bir amaca ulaşmak için şiddet kullanma.” Terörist de terör eylemini gerçekleştiren kişidir. Terör eyleminin çeşitleri vardır. Bireysel terör, örgütlü terör ve devlet terörü. Devlet terörü darbelerde çok somut biçimde ortaya çıkar. Arjantin cuntasının uçaklardan denize attığı insanlar… Pinochet’nin Şili’de stadyumlara doldurduğu ve sorgusu sualsiz öldürdüğü muhalifler… 12 Eylül’de Evren’in Diyarbakır, Mamak, Metris Cezaevleri!

 

Ama bugün ülkemiz dahil tüm insanların baş belâsı terör örgütleridir. Türkiye’nin uğraştığı büyük sorundur bunlar. PKK’dan FETÖ’ye, İŞİD’den THKP-C’ye kadar… Hepsi ulusal bütünlüğümüzü, yaşama hak ve özgürlüklerimizi tehdit ediyorlar.

***

Durum bu kadar ciddi iken terör ve terörist kavramlarının da içini boşaltmayı becerdik! Soğuk savaş döneminde hakeme kızan futbolcunun ona komünist dediği gibi her canı sıkılan diğerini teröristlikle suçlayabiliyor. Üstelik bunu sorumlu makamlardaki devlet büyükleri yapıyor. Önce şu bilinmelidir. Terör insanlık suçudur. Bir ülkede teröristler elini kolunu sallayarak dolaşabiliyorlarsa orda hukuk ve can güvenliği yoktur. Devletin görevi teröristi yakalamak ve yargıya teslim etmektir.

Son örneğe İstanbul Boğaziçi Üniversitesi’nde tanık oluyoruz.

Cumhurbaşkanının atadığı rektörü istemeyen öğrenciler barış içinde, şiddete başvurmadan gösteri yapıyorlar. Dayanakları da Anayasamızın 34. Maddesi: “Herkes önceden izin almadan silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkına sahiptir.”

Bu gösteriden rahatsız olan iktidar ve İçişleri Bakanı öğrencilerin içinde terör iltisaklı (bağlantılı) kimseler olduğunu söylüyor. Dünyanın her yerinde illegal örgütler bu tür yasal gösterilere sızmaya çalışır. Güvenlik güçlerinin görevi onları, yasal haklarını kullanan yurttaşlardan ayırmak ve yargıya teslim etmektir. Bu iş elbette zordur. Ama İçişleri Bakanlığı bunun için kurulmuştur ve bunun için başına bir bakan atanmıştır! Terör iltisaklı dediklerini yakalama yerine toptan tüm öğrencileri teröristlikle suçlamak hakka, hukuka ve insafa sığmaz. Nitekim emniyetin gözaltına aldığı gençlerinin tamamını yargı serbest bırakmıştır.

***

Şimdi şu sorular akla geliyor. Anayasal haklarını kullanan insanlara terörist damgasını vurmak vicdanları yaralamıyor mu?

Kızdığı her muhalif sesi teröristlikle suçlayan bir iktidar bu kavramı ucuzlatmıyor mu? Yurttaşlar “Demek bu kadar terörist elini kolunu sallayıp dolaşıyor ve devlet onları yakalamıyor. Bizim can güvenliğimiz tehlikede” diye düşünmezler mi?

Son olarak bu kadar teröristin, vatan haininin, casusun bol olduğu bir ülkede biz iç cepheyi nasıl sağlam tutacak, millî birliği nasıl sağlayacağız?

Bunun yanıtını sorumlu sorumsuzlardan bekliyoruz!