GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Tayfun MARO
YAZARLAR
25 Nisan 2018 Çarşamba

Bu seçim o bildiğimiz seçimlere benzemiyor

Herşey, mümkün olan en erken zamanda, seçim kararı alma zaruretinin ortaya çıkmasıyla başladı.
Erken seçim kararının alınmasından kısa bir süre önce, Macron, “Suriye operasyonuyla, Türkiye’nin Rusya’dan uzaklaşmasını sağladık,” dedi.

Macron’un sözleri, iktidar çevrelerinde, gereğinden çok fazla tepkiye yol açtı. Sanki bu sözler, iktidarı hayli rahatsız eden bir başka anlam taşıyordu.

Ardından, Erdoğan, kimse engel olamaz, Kanal İstanbul projesi yürüyecek, dedi. Galiba, Ruslar da bu proje için kaynağın mevcut olduğunu açıklamışlardı…

Neyse, sonuç olarak, bu iki açıklamanın hemen ardından, Bahçeli, erken seçim istedi…

Erdoğan, erken seçimi yeterli görmedi, seçimlerin 24 Haziran’da acil olarak yapılmasına karar verdi.

Rastlantıya bakın, aynı günlerde, 16 Nisan’da, Hazine Müsteşarlığı, Dolar cinsinden 10 yıl vadeli tahvil ihracı gerçekleştirmek üzere bazı aracı kurumlara yetki verdi...

Erken seçim kararının üstünden bir hafta bile geçmeden, Cumhur İttifakı, seçimlere oldukça hazır olmanın rahatlığıyla hareket ederken, beklenmedik bir olay ezberleri bozdu:

Seçimlere girmeme ihtimalinin güçlenmesi üzerine İYİ Parti’ye 15 milletvekili veren CHP, bu beklenmedik hamleyle AKP-MHP ittifakını zor durumda bıraktı.

İYİ Parti’nin seçimlere girmesi, aslında mağduriyet ortadan kalktığı için, Erdoğan ve Bahçeli’yi o kadar da rahatsız etmemeliydi. Ne ki, rahatsız olmak bir tarafa, çileden çıkardı.

15’ler olayına verilen aşırı tepkiye bakılırsa, sanki bu hamlede farklı okuma gerektiren bir başka mesaj vardı ve iktidar grubu bu mesajdan çok rahatsız olmuştu. Belki de bu hamleyi izlemesi muhtemel başka hamlelerdi, o büyük öfke patlamasına yol açan…

Nitekim 15’ler hamlesinin daha dumanı tüterken, Abdullah Gül’ün adaylığı güçlü bir şekilde gündeme geldi.

Fakat Meral Akşener adaylıktan vazgeçmeyeceğini söyleyince, Gül’ün adaylığı belirsizliğe gömüldü.

Şu an için, tek adayla seçimlere girmek veya her partinin kendi adayıyla seçimlere girmesi arasında gidip gelen pazarlıklar sürüyor. Gül ile veya Gül’süz seçimlere kilitlenmiş durumdayız.

Şimdi ne olacak?

Hafta sonuna kadar durum açıklığa kavuşacak. Gül aday olursa, anlayacağız ki iş dünyası ve uluslararası sistem duruma hâkim oldu; iktidarı yeniden dizayn ediyor.

Aksi durumda, her siyasi parti kendi adayıyla seçime girecek. Bu ahvalde hangi cenah sevinir, kestirmek zor. Ama belirsizliğin ülkeye çok zor günler yaşatacağı muhakkak…

Toplum, doğu-batı ekseninde yaşanan gerilim nedeniyle bunalıyor. Ayrışma giderek derinleşiyor.

“Doğulu, otoriter ve islami olan” ile “batılı, seküler ve demokratik” olan arasında süren mücadelenin sertleşmesinden rahatsız olan burjuvazi ve uluslararası sistem, sanki devreye girdi.

Seçimlere giderken ortaya çıkan çelişkili tablo, toplumun bir uzlaşmaya yönlendirildiğini düşündürüyor. Uzlaşma, daha kolay yönetilebilir bir Türkiye’nin önünü açacak, herhalde... “Ayrıştır, çatıştır” da bir yere kadar…

Yoksa Gül ve Saadet Partisi ile seküler toplumu bir araya getirmek için neden bunca çaba harcasınlar!

Ancak bu absürd tablodan yeni toplumsal mutabakat çıkarsa, Türkiye’nin rahatlayacağı bir gerçek.