GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Tayfun MARO
YAZARLAR
26 Şubat 2018 Pazartesi

Biri sosyal maliyet mi dedi?

İzmir’in ulaşımda çilesi bitmiyor. Bu defa da raylı ulaşımda öngörülen yeni ücretlendirme yöntemi, biz fanilerin aklını fena karıştırdı.

“Kademeli ücretlendirme” nedeniyle çok bilinmeyenli denkleme dönüşen “gittiğin kadar öde” uygulaması, İZBAN fobisine dönüştü dönüşecek.

Yeni uygulamanın yol açtığı zulümden yılan veya para hesabı yaparken aklı karışan nice insan alternatifini aramaya başlamış veya bulmuş durumda. Yolcu sayısında gözle görülür bir azalma olmuş.

İzmir’in sosyal demokrat Büyükşehir Belediye Başkanı konu üstüne kafa yorarken sanki işadamı kimliğini ziyadesiyle öne çıkarmış;

“Şu anda İZBAN hattı 136km. Bu kadar uzun bir mesafeyi tek biletle gitmek ne kadar hakkaniyetli, ne kadar adalete uygun? Biz İZBAN’la beraber gittiğin kadar öde yazılımına geçtik ve uyguluyoruz.”

Böyle söylüyor… Yani böyle düşünüyor…

Seksen kafası her an her yerde, merkezi yönetimin tepesinde veya yerel yönetimin tepesinde karşımıza çıkıyor. Ve bu kafa mutlaka kamuyu şirket gibi yönetiyor. Onların indinde, kamusal alan çarşı pazar… kişi dediğin, müşteri… kamu kurumları ise, AVM…

Seçimle işbaşına getirdiklerimizden, güvenlik, sağlık, sosyal güvenlik, eğitim, istihdam gibi toplumun temel taleplerinin gereğini yerine getirmesini bekleriz.

Yerelde ise, altyapı hizmetleri, ulaşım, temizlik, yerel düzeyde üretimin desteklenmesi, kentte yaşam kalitesinin yükseltilmesi gibi taleplerimizin gereğinin yerine gelmesini bekleriz.

Bu nedenle her yurttaş dolaylı, dolaysız vergi öder. Fakat seksenden sonra obezleşen yönetimler, vergilerle yetinmeyip hizmetleri satmaya da başladılar. Kamu hizmeti vermesi gereken yapılar kar zarar hesabı yapar oldu. Halkın parasıyla gerçekleşen hizmet yatırımlarının maliyet muhasebesi yapılırken karlılığı çok önemsendi; buna karşın, toplumsal maliyet bir kenara itildi.

Her gün 10 lira bulamadığı için işe veya okula gidemeyen insanın topluma maliyetini hesaplamaktan aciz kafaların yönettiği ülkede, başarı, o yıl içinde edilen kar ve zarar ile sınırlı kaldı. Bilinmeli ki, mahallede dükkân işletmesi gerekirken, ülke ve şehir yöneten bu kafaların hayatımıza getirdikleri, orta ve uzun vadede bize yıkım olarak geri dönecektir. İnsanların bu kadar çaresiz bırakıldığı ve mutsuz edildiği hiçbir rejim uzun ömürlü olamaz.

İşletmesi (kamu) zarar etmesin diye yurttaşına böyle bir zulmü reva gören yönetimleri hak ediyor olabilir miyiz? Sorunun bir de bu boyutu var.

Kanımca, seçtiklerine, nasıl yönetmeleri gerektiğine dair toplumun da söyleyecekleri olmalı. Böyle halka rağmen yönetim anlayışını kader gibi görmek ve kaderine boyun eğmek, nereye kadar!

Kamusal alanda olan bitene duyarlı olmayı, gündelik yaşama sahip çıkmayı öğrenmek gerekiyor. Söylenerek veya amigoluk yaparak olmuyor.

Hazin ama gerçek, sağcısı, solcusu, muhafazakârı, İslamcısı, liberali, hepsi aynı tornadan çıkmış gibi… O torna tezgâhının adı; piyasa.

Şu hale bakın, sosyal demokrat Başkan, ekonomik maliyeti, karı, zararı hesaplamayı biliyor ama sosyal maliyeti bilmiyor. Veya umurunda değil.

Başımızdakilerin hepsi, salt eşitsizlik üreten bu ekonomik sistemin, bu piyasa düzeninin sadık bendeleridir. Birbirlerinden farklı görünmek için kullandıkları farklı yaftaları ciddiye almamak lazım.