GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Tayfun MARO
YAZARLAR
5 Ocak 2016 Salı

Biri demokrasi mi dedi?

Bu ülkede, bütün kötülüklerin anası içkiyse, babası da demokrasidir. “Ne alakası var!” diyebilirsiniz… Bir alakası olması gerekmiyor. İkisi de kötü işte…
Demokrasinin kendi başına kötü olduğunu söylemek istemiyorum. İşin aslı, demokrasiyi kötü amaçlarına alet eden toplum demokrasiyi yoldan çıkardı, demokrasi kötü yola düştü…
 
Demokrasi bir yönetim biçimidir. Gelin görün ki demokrasi diye zıp zıp zıplayanların kahir çoğunluğu bunun farkında değil. Onlar için demokrasi, yollarına çıkan engellere posta koymaktır. Elde etmek istediklerine uzanma olanağı, hatta suç işleme ayrıcalığı sağlayan serbestidir, demokrasi.
 
Türkiye’nin yönetim biçiminin “demokrasi” olup olmadığı ise çok çetrefil bir tartışma konusudur…
Demokrasinin kurum ve kuralları çalışmadığı veya çalıştırılmadığı halde, demokrasi varmış gibi yapılır. Demokratik hakların çiğnendiğini iddia edenler, iktidara geldiklerinde aynısını muhaliflerine yaparlar. “Memlekette demokrasi yok!” diyenler ve demokratik kuralları tanımayanlar hepsi aynı kişilerdir. Kafasına göre kuralsız hareket edenlerin mazereti, “Memlekette demokrasi var!”dır…
Demokrasi istismarının örnekleri saymakla bitmez. Gün içinde, belki de milyonlarca defa benzer örneklerle karşılaşmak mümkündür. Çünkü gerek yönetenler gerek yönetilenler demokratik kuralları ihlal etmek için adeta yarışırlar.
 
Gençler hariç, -bu yaş kategorisinin durumu özeldir, onlar zaten eşitlik ve özgürlüğü herkes için talep ediyorlar ve çıkar gruplarına dâhil olmuyorlar,- çoğunluk, demokrasinin son derece kurallı bir yönetim biçimi olduğunun ayırdında değildir. Demokrasi onlar için bir yönetim biçimi olmaktan ziyade bir araç olarak algılanır. Bu araç olma durumu salt AKP’de değildir. Bir bakıma CHP’de de durum böyledir.
 
Nihayetinde, Türkiye’de demokrasi bir araç olarak benimsenmiştir; İktidarı ele geçirmenin ve elde tutmanın aracıdır. Fiili durum böyledir.
Siyasetçi her demokrasiden söz ettiğinde anlamalıyız ki başımıza bir çorap örülüyor. Toplum için iyi şeyler yapacaklar ya, yetki istiyorlar! Yetkiyi aldıktan sonra da mazeretler demokrasisi devreye girer. Demokrasi her yerde… Yurtta demokrasi, yerelde demokrasi, parti içinde demokrasi, sivil toplum örgütlerinde demokrasi, meslek odalarında demokrasi… Hatta kamusal alan yetmez, evde özel yaşamda bile demokrasi ararız. Tam olarak ne aradığımızı bilemesek de, onun demokrasi olduğuna kanaat getirip aramaya koyuluruz. Siyasetçi bu durumun farkında olan adam veya kadındır. Onlar da hiç tereddüt etmeden, topluma o aradığı şeyi vaat eder.
 
Fransız İhtilali’nin en kalıcı etkisi, o gün bu gündür, kapitalistlerin halkları hesaba katmadan toplumları yönetemez duruma gelmeleridir. Demokrasi, biraz da bu durumun gereği olarak halka yönelmiştir. Ne var ki burjuvazi, son yüzyılda, parlamenter (demokrasi) kapitalizmi peydahlayıp alınmış hakları budamıştır. Demokrasi halklara elan bir şeyler vaat etmeyi sürdürüyor olmakla birlikte, halkların pek bir şey elde etmişliği yoktur.
 
Günümüzde, yerel, katılımcı, çoğulcu, sosyalist halk demokrasilerinden de söz ediliyor; kuşkusuz, halkların yüzünü güldürecek demokratik yönetim biçimleridir; lakin ne geçmişte ne halde böyle demokratik yönetimlerin inşası mümkün olmadı, olmayacak. Dünya henüz hazır değil.
Siz, siz olun, her iki lafın başında “demokrasi” diyenlerden uzak durun. Niyetleri fena halde bozuk.
Aslında demokrasi kültürüne hiç de aşina olmayan siyasetçilerin demokrasi dediği, tam olarak, serbestidir. “Tutmayın beni, vekil olacağım, başkan olacağım, açın önümü!” dese ayıp olacak; bu yüzden, duruma göre, vatan ve millet aşkıyla veya demokrasi aşkıyla talip olur göreve…
Gerçek şu ki, o demokrasi, ben bildim bileli, gelmekte olan fakat ne geldiği ne gittiği pek belli olmayan bir şeydir. Varla yok arası bir durum. Kimine göre demokrasi var… Kimine göre demokrasi yok… Kimine göre ise demokrasi var ama yeterli değil… Rivayet muhtelif…
 
Geçen yüzyılda, demokrasi, parlamenter kapitalizmin yönetim biçimiydi. Küreselleşme bağlamında postmodern açılımın getirdiği kimlik siyaseti bu yapıyı işlemez duruma soktu. Şimdi yeni arayışlar var. Bu arayışların merkezinde, yerelleşme ve demokrasi başlığı altında yapılan tartışmalar yer alıyor.
Yerelde özerklik ve demokrasi, yerel muktedirlere yeni iktidar alanları ve devletçikler mi sunuyor, yoksa toplumun daha etkili temsilini ve yerel ölçekte üretimden daha çok pay almasını mı sağlıyor?
Önümüzdeki günlerde bu meseleyi uzun uzun tartışacağız.