GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
İhsan Özbelge ÖZDURAN
YAZARLAR
1 Eylül 2021 Çarşamba

Bir Eylül sabahında…

Baş döndürücü bir hızla dönen bu dünya üzerinde bir zerre kadar yer kapladığımızı hissederek;

Ülke olarak, millet olarak tehlikeli virajlarla dolu zorlu bir yolculuk içinde bir yaz mevsimini daha geride bıraktık.

Her an bir kargaşa ve karmaşa ile dolu gündemlerin baş döndürücü ve sersem edici temposunda yaşamaya ,üretmeye ve de aklımıza mukayyet olmaya çalışırken

Üzüntü ile yaşanan ve büyük bir telaşla birbirini kovalayan günlerin ardından..

Mevsim güze dönüverdi.

(*) Böyle mi gelecektin Eylül?
Bu sefer ne olduysa biz insanlara oldu.
Daha doymamıştık son yemişlerine yazın:
Kuşlardı, çiçeklerdi besleyen neşemizi.
Gün sakindi, gece yıldızlı, yaşamak güzel!
Geçen yaz mevsimiyle sulh bir hâtıra oldu.

Velhasıl… Küle dönen yeşil vatanımızla, sellere teslim olan beldelerimizle, sınırları delip geçen mülteci işgali ile…

Şairin dizelerindeki gibi “Ne olduysa biz insanlara oldu”

1 Eylül… Uluslararası Dünya Barış Günü imiş…

Sahi, sulh bir hatıra mı oldu, Dünya barışı çok mu uzaklarda kaldı? diye düşünmeden edemedim.

Bunca yıldır, bunca acının yaşandığı bu koca dünyada…

Terör örgütlerinin hakimiyet kurduğu, barış sözcüğünün esamesinin okunmadığı bu acımasız zamanlarda…

“Barış günü” kavramının içi, hangi donelerle doldurulacak, nasıl idrak edilecek

Ve… Günün anlam ve öneminin altı nasıl çizilecekti?

II. Dünya Savaşında Almanya’nın Polonya'yı işgal ettiği, 1939 yılının 1 Eylül tarihine izafeten…

Dünyanın barış günü ilan ettiği, bu utanç tarihinin bana hatırlattıkları ile yine içim sızladı

Polonya’nın Krakow şehrinde kurulan en büyük toplama, çalıştırma ve toplu katliam kampı olan Auschwitz ölüm kampına bir gezi nedeni ile yolumun düşmesi ile…

Orada gördüklerimin dehşet veren acısını yıllardır belleğimden bir türlü silip atamadım…

Gördüklerimle hissettiğim bu acı ile, yaşanan dehşet dolu o acıları anlamak, anlatmak elbette mümkün değil.

Hayata dair tüm ümitlerini bavullarına doldurup, en güzel kıyafetlerini kuşanıp yola çıkan bu günahsız insanlar

Daha iyi bir gelecek vaadi ile dolduruldukları trenlerden indiklerinde,

Onları karşılayan “Çalışmak özgürleştirir” tabelasının içine sıkıştırıldığı kadar özgür olacaklardı.

Çünkü, bu zalim anlayışa sığacak kadar, dar bir alana hapsedilmişti özgürlük kavramı.

Önce, bir daha  giyemeyecekleri kıyafetlerinden, sonra bir daha asla  göremeyecekleri sevdiklerinden ve sonra da bir daha  yaşayamayacakları hayatlarından koparılan…

Ağır iş gücüne dahil edilemeyecek olan çocuklar, yaşlılar ve güçsüzler…

İnsanlık dışı muamelelere maruz bırakılarak , gaz odalarından ölüm fırınlarına atılarak yakılan milyonlarca insan.

Çalışmak zorunda bırakılanlar ise;

Sevdiklerinin saçlarından yapılan yataklarda yatarken bu saçlarla kendilerine dokutulan yorganları örtmüşlerdi yorgun vücutlarının üstüne elleri titreyerek…

Yaklaşık altı yıl süren ll. Dünya Savaşına katılan altmışdan fazla ülke ve hayatını kaybeden altmış milyondan fazla insan.

Türkiye’nin savaşa dahil olmamasına rağmen; bozulan dış ticaret açığı, varlık vergisi ve ekmek karnesi yıllarının yaşandığı ve uzun yıllar devam eden yokluk dönemleri…

Almanya’nın Polonya’yı işgal etmesinin hemen ardından İngiliz yazar George Wells insan hakları bildirgesi niteliğinde yazdığı bir mektupla, dünyanın aydın kesimine bu bildirgeye destek olmaları için çağrı yapmış.

George Wells’in yaptığı bu çağrı ile, entellektüel kesimden savaşın amacının ne olduğuna ve ne için savaşıldığına dair  fikirlerini  açıklamalarını isterken, insan haklarının da önemine değinmiş.

Oysa ki, 1923 yılında M. Kemâl Atatürk

“Savaş zaruri ve hayati olmalıdır. Milletin hayatı tehlikeye maruz kalmadıkça savaş bir cinayettir” sözleri ile..

En önemli insan hakkı olan ‘yaşama hakkının’  altını çizmiş

“Yurtta sulh, cihanda sulh” sözleri ile de tüm  dünyayı kapsayacak  barış mesajını yıllar öncesinden vermişti.

Ve…1948 yılı sonlarında İkinci Dünya Savaşı bitiminde ilan edilen Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi…

Yazılı metinlerde kalan bu bildirgenin yayınlanmasını üstünden geçen uzun yıllar ve yaşanan daha nice savaşlar…

Dünya barış günüymüş… Lafügüzaf!..

Barış kavramını halâ kavrayamamış bu acımasız dünya düzeninde büyük fotoğraf ortada

Vatansız kalmayı göze almış Suriye ve Afgan halkı…

Ya dolduruldukları bir şişme botun içinde, ya da tutundukları bir uçağın kanadında ulaşacağını zannediyorlardı özgürlük ve barış hayallerine…

Geçmişte ve günümüzde yaşanan bu elem dolu, utanç dolu hikayelerden  çıkarılacak derslerle

Din, dil, ırk, etnik köken farkı gözetilmeksizin barış dolu bir dünya tesis etmek mümkün olacak mıydı acaba?…

Kim bilir; belki de birikmiş alacaklarını günü gelince tahsil edecekti insanoğlu ,bu acımasız dünyadan…

Dünya Barış Gününün hatırlattıkları ile…

Bizleri bir arada tutan yapı taşlarının yerinden oynamasına ve oynatılmasına müsaade etmeyen bir dış siyaset politikasına…

Ulu önderimizin “Yurtta sulh cihanda sulh” ilkesine sahip çıkacak  bir devlet anlayışına her zamankinden çok ihtiyacımız var…

Bunun için; sahip olduğumuz milli değerlerimizi korumak ve şevkle çalışıp üretmek için sağlam bir kafaya…

Ve illa ki, sağlıklı bir halet-i ruhiyeye sahip olmaya mecburuz.

Dünya Barış Günü mü demiştiniz?

Öyle ise… Bugün, barış dolu yarınların bir önceki günü olsun.

Güzel yurdumun; çalışan, üreten, düşünen ve ülkenin derdini kendine dert edinen tüm bireylerine barış dolu bir dünyada mutlu bir gelecek diliyorum..

(*) Cahit Sıtkı Tarancı