GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Nedim ATİLLA
YAZARLAR
29 Eylül 2022 Perşembe

Beklentin yoksa korkun da yoktur: Doğan Özlem

Aristoteles, mantığın babası, mantığı tanımlamayı unutmuştur. Belki de bu yüzden, bugüne kadar bir mantık tanımı üzerinde birleşilememiştir. Ama buna karşılık, herkes, bu disipline, onun temel özelliğine bakarak “formel mantık” olarak bakar ve Aristoteles'ten günümüze kadar da böyle öğrenile gelmiştir.  Çok genel bir ifadeyle, formel mantığın çıkarım tekniklerini konu edindiği ve çıkarımların geçerliliği ile, önermelerin içeriğinden, bu önermelerin taşıdıkları özel anlam kapsamından bağımsız olarak, sadece onların “formu” yönünden ilgilendiği söylenebilir.

***

Matematik ve Felsefe, birçok kavramı ortaklaşa konu edinmiştir. Filozoflar matematiğin temel kavramlarını, neye ilişkin olduğunu soruşturmuşlar, onu felsefe sistemlerinde belli bir yere oturtmaya çalışmışlardır. Aynı şekilde matematikçiler de nesne edindikleri şeylerin anlamını ve bütününde ne olduğunu aydınlatma ihtiyacını duymuşlardır.

Bu bakımdan matematik ve felsefe tarihinde, birçok matematikçinin aynı zamanda filozof, birçok filozofun da aynı zamanda matematikçi olduğunu görüyoruz. Bu matematikçi filozoflar ya da filozof matematikçiler, örneğin sayıların yasalarını keşfederken, “doğruluk”, “var olma ve var olma tarzları” gibi konuları irdelemişler ya da matematikteki kesinlik duygusundan esinlenerek, felsefede “kesinlik ya da kesin bir bilim” arayışına gitmişlerdir.

Galileo Galilei “Tabiat matematik dilinde yazılmıştır” der. Kepler de “Evren, matematik oranlarla örülmüştür. Nerede madde varsa, orada geometri vardır. Doğadaki güzelliği, uyumu ve ahengi sağlayan matematik oranlarıdır” der. “Evren bir sayılar uyumudur” ve “Sayılar Evren’e hükmeder” diyen Pisagor, Tanrı’nın sayıları, özellikle bir prototip semboller dizisi olarak ortaya koyduğunu, bu nedenle her birinin, ayrı karakter ve mesajlar içeren simgeler durumunda olduğunu söylemekteydi.

***

Hermeneutik, Hermeneuiea sanatı, yani bildirme, haber verme, çeviri yapma, açıklama ve açımlama sanatıdır. Tanrıların habercisi/mesajcısı/elçisi Hermes tanrıların mesajlarını ölümlülere iletir. Ne var ki onun bildikleri hiç de tanrıların mesajlarının dümdüz bir aktarımı değildir; tanrısal buyrukların birer açıklamasıdır. Öyle ki Hermes bunları ölümlülerin diline, onların anlayabilecekleri şekilde çevirir. Hermeneutik etkinliği daima bir başka dünyaya ait bir anlam bağlamını o an içinde yaşanılan dünyaya aktarma/çevirme etkinliği olmuştur. Bu, “düşüncenin ifade edilmesi/bildirilmesi” olarak Hermeneuia'nın esas anlamı için de geçerlidir. Zaten “ifade” kavramının kendisi, dışavurma, açıklama ve çevirmeyi içerecek şekilde çok anlamlı bir kavramdır.

Platon'a göre sanat olarak hermeneutik düşüncelerin ifade edilmesiyle değil, bir kral buyruğunun, bir tanrısal iradenin açımlanmasıyla ilgilenir.  Geç Grekçede hermeneuia çok açık bir şekilde, “bilgece açıklama” ve hermeneios “açıklayan”, “çeviren” olarak geçer.

Bugün hermeneutikten söz ettiğimiz her durumda, bu terimi Yeniçağın bilim geleneğiyle bağıntılı olarak kullanıyoruz. Gerçekten de hermeneutiğin Yeniçağdaki gelişimi, modem bilim ve modem yöntem kavramının ortaya çıkışı ve gelişimiyle koşutluk gösterir. Yeniçağda Hermeneutik başlıklı ilk kitap, 1654 yılında J. Dannhauser tarafından yazılmıştır.

***

Bu bilgileri İzmir’de yetişmiş, kendisinden önemli dersler aldığım ama önceki gün yitirdiğimiz büyük felsefe tarihçisi Doğan Özlem’in farklı kitaplarından aldım. Ne demişti sevgili Hocamız: “Bir hermeneutikçi olmam dolayısıyla, felsefede mutlakçılığa karşı relativist, ezeli ebedi hakikat anlayışına karşı tarihselci, evrenselciliğe karşı bireyselci ve kesinlikçiliğe karşı septik tavırların yön verdiği bir felsefe anlayışına sahibim.”

Şu sözün güzelliğine bakar mısınız? : “Hiçbir kişiyle ve kurumla, beni onlara bağımlı kılacak türden bir ilişkim olmadı. Tüm yaşamım boyunca tek, büyük titizlikle korumaya çalıştığım servetim, bağımsızlığım oldu. Kimseye eyvallah etmedim.”

Gerçekten de kimseye eyvallahı yoktu. Beklentisi olmadan, bu nedenle de korkmadan yaşamayı öğütlerdi biz öğrencilerine…

“Dilthey’da Kant Eleştirisi Bağlamında Felsefenin Özünün Belirlenemezliği” isimli yazısında şöyle diyordu: “Gerçekliği, yaşamayı kavramada başvurulacak akıl, temellendirici akıl değil, 'anlamacı akıl'dır.”

Türkçe felsefe çalışmalarına yaptığı katkılardan, yazdığı sayısız kitap ve makaleden, çevirilerden, işçi dernekleri ve sendikalarda yürüttüğü çalışmalardan dolayı kendisine minnet ve şükran duyguları taşıyan çok insan olduğunu biliyorum.

Doğan Özlem hocanın ardından herkes çok güzel şeyler yazmış. Öldüğünde güzel hatırlanmak ne kadar güzel. Onun Türkçe felsefe dünyamıza yaptığı katkılar unutulmayacaktır.