GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Tayfun MARO
YAZARLAR
29 Ocak 2021 Cuma

Batı ile olmak ya da olmamak

Batı ile ilişkiler hayli netameli bir sürecin eşiğine gelmiş bulunuyor.

Geçen yüzyılın başında, Türkiye’nin Batı ile sağladığı mutabakat, yüzyıllık mecrasının dışına çıkıyor veya çıkarılıyor.

Garp cephesinde neler oluyor?

ABD ve AB ile ilişkilerin, muktedirlerin ifadesiyle, sürdürülebilir olmasının önemli koşullarından birinin, “Kürt realitesi bağlamında, Batı tezlerine yakın durmak” olduğuna dair güçlü bir algı oluşturuluyor.

Kürtlerin ise Batı desteğini almak için ihtiyacı olan referans noktasının, “Ermeniler ve Büyük Felaket” olduğunu biliyoruz.

Ve gerçek yürüyor; Kürt sorunu, içerde biz bize aşılacak bir sorun olmaktan günbegün uzaklaşıyor.

Yanı sıra, AB’nin Türkiye’ye “özel statü” tanıması da siyasette karşılık bulmaya başladı. Ne ki Gümrük Birliği, AB üyeliğinin getirdiği imkanlarla anlamlıdır.

Bu koşullara, savaş gücünü artırmakta olan Yunanistan’ın 12 mil talebiyle müzakere masasına oturma arzusunu da eklemek gerekir.

Böylece şekillenmekte olan Türkiye-Batı ilişkilerinin CHP-HDP hattında kısmen destek bulmasının yanı sıra, İstanbul burjuvazisinin de destekliyor olması kuvvetle muhtemeldir.

Ne var ki, sosyal demokratların burjuvaziyle uzlaşması olağan bir durum olmakla birlikte, Cumhuriyet tarihi boyunca, burjuvazi kendi sınıf çıkarlarını savunmakta yetersiz kalmış, kritik süreçlerde askeri ve sivil bürokrasiye teslim olmuştur.

Bu defa, “Oyunun kuralları değil, oyun değişti.” diyerek değişimin fitilini ateşleyen Burjuvazi, Dijital Devrim öncü rolüne soyunmuş gibi…

Osmanlı’da Kapitalizmin inşa sürecinde Batı ile ilişkiler çok inişli çıkışlıdır.

Osmanlı İmparatorluğu ekonomisinin kapitalist sisteme entegrasyonu iki dönemde gerçekleşti; 1839-1908 dönemi, yavaş ve yüzeysel. 1908-1922 dönemi, hızlı ve kapsamlı. Entegrasyon, 1922’den sonra, Cumhuriyet rejiminin kadroları tarafından sürdürüldü.

Osmanlı’nın son iki yüzyılında derinlik kazanan batılılaşma ve kadrolaşma hareketi, çöküşten sonra, imparatorluk bakiyesinden yeni bir cumhuriyet çıkarmayı başardı.

Cumhuriyet’in kuruluşu, kapitalist sistemin metropollerinde varılan bir uzlaşma sonucu gerçekleşti.

Ve böylece, Türkiye Cumhuriyeti, sanayi devriminin getirdiği yeni dünya düzeninde, kapitalist blokta yerini aldı. “Cumhuriyet Devrimi” dediğimiz…

Yüzyıldır süren bu düzende, “anti kapitalist” bir an dahi yaşanmamıştır. İzmir İktisat Kongresi, devlet eliyle kapitalizmin inşasını öngörüyordu. Ve böylece, Cumhuriyet’in yüzyılı, uluslararası sistemin periferisinde geçti.

Sonuç olarak, Cumhuriyet öncesindeki bin yılı yüzü batıya dönük geçiren Türkler, geçen yüzyılın başında, Türkiye Cumhuriyeti’nin Batı Bloku’nda yer alması doğrultusunda bir tercih yaptı.

Şimdi, yüzyıllık yolun sonundayız. Ve Türkiye, dijital çağda yeni bir tercih yapacak.

Ülkede siyasal kamplaşma dış dinamiklerin etkisinde...

Batı’nın dayattığı koşullar her ne kadar CHP-HDP hattında karşılık buluyorsa da halk katında o kadar karşılığı yok.

Son olarak, Avrupa Parlamento’sundan gelen uyarıda kullanılan üslup ve Kürt hamiliğini gözümüze sokan sorunlu yaklaşım çok düşündürücüdür.

Doğu-Batı ekseninde, Doğu Bloku ile ilişkiler şimdilik sakin bir seyir izliyor.

Ancak Batı Bloku için aynı şeyi söylemek çok zor; Batı’nın Lozan öncesine takılı zihin haritasında, ülkeyi zor günler bekliyor.