Merhum Demirel’in ‘siyasette 24 saat çok uzun bir süredir” özdeyişini hatırladığımız bir dönemi yaşıyoruz. Çok değil daha 10 gün önce “Erken seçim talebinde bulunmak vatana ihanettir” cümlelerine kulak verirken bugün tarihi açıklanan baskın seçimi konuşuyoruz.
Siyaset kulvarında elde ettiği başarılarla değilse de 3 Kasım 2002’den bu yana Türkiye’nin erken seçim ve referandum bombalarının pimini çeken adam olarak tarihe geçmeyi garantileyen Devlet Bahçeli’nin pasına Erdoğan’ın vuruşunu izledik.
Daha dün “Zamanında yapılacak seçimlerin’ altını çizen Erdoğan bugün 24 Haziran tarihini açıkladı.
Tüm bu olanlar halkta “danışıklı dövüş” izlenimini yarattı.
Olan olduğuna ve olanla-ölene çare bulunmadığına göre bize düşen süreci analiz etmeye çalışmaktır.
Öncelikle neden baskın bir seçime ihtiyaç duyulduğuyla başlayalım.
Kuşkusuz Bahçeli’nin gerekçeleriyle Erdoğan’ın gerekçeleri (ortaklaştıkları konular olmakla beraber) bir değildir.
İlk olarak Bahçeli’nin muhalefet kanadındaki ‘ittifaktan ürktüğü’ düşünülebilir. Yani Kılıçdaroğlu-Akşener görüşmesiyle başlayan süreçten… Muhalefette ete kemiğe bürünmüş bir ittifak ‘milliyetçi cephenin’ altını oyacak sonuçlar doğurabilirdi çünkü. Burada Bahçeli’yi korkutan gittikçe eriyen MHP tabanı olabilir. Yahut Erdoğan’ın Cumhur İttifakı’nda başka partnerler (Saadet gibi) bulmaya çalışması da yan bir faktör olarak kayda geçebilir.
Devlet Bahçeli’nin dünyasına inmek hal, hareket ve hamlelerine mantık dizgisi içinde açıklama yapmak mümkün değildir. (en azından benim için)
3 Kasım 2002’de erken seçim bombasının pimini çekerken ABD tarafından önüne konulan bir anketin etkisinde kaldığı konuşulmuştu mesela. MHP dışında diğer partilerin baraj sorunu yaşadığı düzmece bir anketin… Bahçeli bugün neyin etkisinde kalarak bu süreci öne aldı bilemiyoruz. Dahası kendi adıma bilmek de istemiyorum.
Erdoğan’ın gerekçelerine gelirsek;
Muhalefet toparlanmadan, iddialı bir cumhurbaşkanı adayı palazlanmadan, İyi Parti daha fazla örgütlenmeden, ekonomi daha fazla dağılmadan, son dönemde kontrolden çıkan döviz, akaryakıt, doğalgaz, enerji gibi temel girdilerdeki zamlar sağanak bir yağmura dönüşmeden, Ortadoğu’da ABD, Rusya arasındaki gerilim daha fazla tırmanmadan, Çarşı daha fazla karışmadan, OHAL süreci sonlandırılmadan bir baskın seçimin kimin değirmenine su taşıyacağı bellidir.
Özellikle seçmen tabanında önemli bir talep olarak her geçen daha da belirginleşen İyi Parti, CHP ve Saadet birlikteliğinin yaratacağı sinerji anlaşılan o ki birilerini fena ürkütmüş görünüyor.
Bu birliktelik iki ay içinde zor şekillenir. Çünkü her parti kendi derdine düşecektir. Özellikle bu birlikteliğin kilit partisi CHP bugün itibariyle kendi içindeki adaylık karmaşasıyla baş başa kalacaktır. Baskın bir seçim olduğuna göre ön seçim ihtimali ortadan kalkmıştır. Bu durum Genel Merkezin elini güçlendirecek ancak bir o kadar da meşgul edecektir. Adayların katar katar Ankara’ya ulaşıp genel merkezi ablukaya alması an meselesidir.
Kendi iç dengeleri ve 24 Haziran sonrasına ilişkin senaryoların etkisiyle CHP ittifaka yeterince odaklanamayabilir.
Cumhur ittifakına dönersek;
CHP’de yaşanan adaylık karmaşasının burada yaşanmasını beklemiyorum. Keza Erdoğan’ın partisi üzerindeki kontrolünün en üst düzeyde olduğu bir dönemdeyiz. Vekillerin bıyıklarına kadar karar verebilen bir liderin aday listesini 3-5 günlük bir mesainin ardından hazır etmesi en azından beni şaşırtmaz.