GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Tayfun MARO
YAZARLAR
16 Mart 2015 Pazartesi

Barışa giden yol…

Türkiye’nin yeni bir toplumsal mutabakata ihtiyacı var. Ve biliyoruz ki, toplum sözleşmesi, o ülkede yaşayan her kişinin onayladığı varsayılan bir metindir. Bu nedenle, barışa giden yol ve çözüm süreci, salt AKP ile HDP arasında süren bir pazarlığın konusu olduğu sürece, Kürt sorununa, herkesin içine sinen çözüm gelmeyeceği gibi ülkeye de barış ve huzur gelmeyecektir.
Çünkü bu iki siyasal yapıdan AKP, çözüm sürecinin aktörü olmaktan ziyade, ayrışmayı yöneterek iktidarda kalmayı yeğleyen bir anlayışın takipçisidir.
Ayrıca, Kürt sorununda karşı taraf olan ve çözüm önerilerine itiraz eden milli ve/veya ulusalcı cenahtan kimse masada yok.
Bu ahvalde, Kürt sorununun çözümünde yer alması gereken tarafların bir kısmını ve Meclis’i dışarıda bırakan AKP siyasetinden başarı beklemek abesle iştigaldir.
Gerçek şu ki, ülkenin en az yüzde ellisi nezdinde kabul görmeyen ‘çözüm sürecinden’ çözüm çıkmaz. Çıkmayacağı için de, muhtemelen, “biz yaptık oldu”, diyecekler…
Bir oldubittinin ülkeyi sürükleyeceği sonu belirsiz macera, her aklı başında insanın kâbusu olacaktır.
 
Türkiye bu sorunun ya altından kalkacak ya altında kalacak; Kürt sorununun sürüncemede kalması, çözümün zamana bırakılması gibi seçenekler artık ortadan kalkmıştır.
Hal böyle iken, solda dile geldiği üzere, akla ve vicdana seslenen, “ezen ulus-ezilen ulus” denklemine yaslanarak bu soruna reel çözüm üretmek de olanaksızdır.
Olanaksız diyorum, çünkü kazın ayağı öyle değil; Türkleri “ezen ulus” olarak tanımlamanın pratik sonucu, Türkler arasında yayılmaya başlayan “madem olmuyor, ayrılalım” havasının daha hızlı yayılması ve ayrılık fikrinin derinleşmesi olur.
Ha keza, Türkler tarafından ısrarla sürdürülen “Türklüğün kültürel kimlik olarak kapsayıcılığı” tezi de Kürt sorununda çözümün önünü kapatan bir diğer unsurdur.
 
Bugünün dünyasını şekillendiren küresel politikaların ortaya çıkardığı öncüllere bakarak, uluslar dünyasından kentler dünyasına geçiş sürecinin dünya gündemine girdiğini söyleyebiliriz.
Başkentlerde merkezi hükümetlerin sahip olduğu iktidara metropol kentlerin ortak olduğunu göreceğimiz günler uzak değil.
Merkezi yönetimlerin iktidarı kentlerle paylaşması elbet de çok sancılı bir geçiş dönemini gerektiriyor; Ne ki bu değişime direnmek yıkımdan başka bir şey getirmeyecektir. Gelecek yereldir.
Tam da bu gelişmelerin ışığında Kürt sorununu ele almak, sorunun bütün taraflarına yeni bir toplumsal mutabakatın kapılarını açmak için iyi bir imkân olabilir.
Bunu ifade etmek kimi çevrelerde yadırgatıcı etki yapıyor olsa da, barışa giden yolun yerel çözümlerden geçtiği bir gerçektir.
 
“HDP’yi desteklemek, bölünmeyi desteklemektir.” Bu argümanı seçim süresince çok sık duyacağız. Kürt siyasal hareketinin bölücü olduğuna dair Türk toplumunda oluşan yargı, HDP’nin de yakasını bırakmayacak. Her ne kadar bölünmeye dair talepleri yoksa da…
Gelin görün ki, bölünmeyi istememekle birlikte, Kürtlerin taleplerini dile getirirken kullandıkları üslup zaman zaman amacını aşıyor. Kaldı ki, diliyle, kültürüyle, toprağıyla ortaya çıkan Kürt ulusu bölünmeyi kendiliğinden sağlama potansiyeline sahiptir.
Diğer cenahta, ulusalcılar ve milliyetçiler üniter devleti savunurken, Türk kimliğinin etnisiteye dayanmadığını, kültürel bir kimlik olduğunu ve Kürtlerin Türk kimliğini almasının etnisite açısından sorun teşkil etmediğini söyledikleri ve “Türkiye Cumhuriyeti yurttaşına ‘Türk’ denir” tezini savundukları sürece, toplumsal uzlaşma zemininin oluşması ötelenecektir.
 
Sonuç olarak, herkes ne söylediğine çok dikkat etmek zorunda, eğer ki barış içinde bir arada yaşamak istiyorsak. Çözüm, haklılıklar üstüne değil de, müşterekler üstüne kurulacak diyaloga bağlıdır.
Öyle görünüyor ki, bölünme olacaksa, Türk veya Kürt, bölünmeyi istemeyenlerin gösterdikleri milliyetçi duruş ve milliyetçi hassasiyetler sonucu olacak... “Bölünmeyelim” diye diye bölüneceğiz.
 
Bu topraklarda bir arada yaşamanın koşullarını milliyetçi hassasiyetlerde aramak boş bir çabadır. Herkesin karnı tok sırtı pek, insan haklarının ve özgürlüklerin güvence altında olduğu Türkiye’nin inşası için bir araya gelmek, milli meselelerin aşılmasını sağlayacak ve barışın yolunu açacak yoldur. Yerel bağlamda doğrudan demokrasi ve kentsel özerklik, bütünlüklü ve tutarlı bakış açısının kaynağıdır.
Gelecek yereldir; Bunu anlamak lazım.