GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Kemal ARI
YAZARLAR
29 Ekim 2021 Cuma

Atatürk’te 'Cumhuriyet' düşüncesinin doğuşu…

Bugün yüreklerimizi parçalarcasına haykırmalıyız “Yaşasın Cumhuriyet” diye…

Cumhuriyet ilan edileli tam doksan sekiz yıl geçmiş…

İki yıl sonra tam bir asır olacak; yani yüz yıl…

Yüz yıldır ulusumuz, cumhuriyet ile nefes alıp veriyor.

Özgürlüğümüzün, bağımsızlığımızın, var oluşumuzun adıdır cumhuriyet. Bize bağışlanan en büyük değerdir.

Ve hepimiz inanıyoruz ki o daha nice yüz yıllar ayakta kalacak.

***

Ancak hep konuşulan bir konu var:

Atatürk’te “cumhuriyet düşüncesi” nasıl oluşmuştur?

Kimileri iddia ederler ki; gerçekte O, cumhuriyeti falan düşünmüyordu. Yani cumhuriyeti kurmak, ilan etmek için yola çıkmış değildi.

Cumhuriyetin ilanından bir gün önce, bir yemek masasında birden aklına geldi ve çevresinde bulunan arkadaşlarına dönüp:

“Arkadaşlar! Yarın cumhuriyeti ilan edeceğiz” dedi.

Bu kadar basit miydi yani her şey?

Ve yine iddia sahipleri derler ki; gerçekte O, padişah olmak istiyordu. Bunu başaramayacağını anladığı için, cumhuriyeti ilan etmeye karar verdi.

Bunu söyleyenlerle ilgili olarak iki şey düşünebiliriz:

Ya gerçekten zır zır cahillerdir…

Ya da cumhuriyeti küçümsemek, onu değersiz bir şeymiş gibi göstermek isteyen, bu nedenle de cumhuriyet düşüncesini sıradanlaştırmak çabasında olan “kötü” düşünceli insanlardır.

İş elbette bu kadar basit değildir ve işin sırrı, Büyük Atatürk’ün Milli Mücadele’ye başlarken güttüğü amaç ve izlediği strateji ile ilgilidir.

Yani cumhuriyetin ilanıyla sonuçlanan sürecin kökleri Milli Mücadele yıllarına ve çok daha öncesine kadar iner.

Atatürk’ün en yakın arkadaşlarından ve Milli Mücadele’nin en önemli komutanlarından Ali Fuat Cebesoy “Sınıf Arkadaşım Atatürk” adlı kitabında, Atatürk’te milli devlet ve misak-ı milli ile cumhuriyet düşüncelerinin çok erken yaşlarda, ta Harbiye öğrencisi yıllarında oluştuğunu anlatır.

Hatta bir anısı üzerinden bu bilgiyi verir:

Mustafa Kemal bir gün tahtaya bir harita çizmiş ve haritanın karşısında düşünmektedir. Ali Fuat ve öteki arkadaşları bu haritaya bakar, bakarlar; ama bir anlam veremezler.

Çünkü bu Osmanlı Devleti’nin de o günkü sınırlarının dışında, bambaşka bir şeydir.

Merak edip, bunun ne olduğunu sorarlar arkadaşları Mustafa Kemal’e.

Mustafa Kemal de bunun gelecekteki devletleri olduğunu söyleyince Ali Fuat ve ötekileri hem şaşırırlar, hem gülümserler.

Şakalaşırlar arkadaşlarıyla:

“Ne o?” demişler: “Sen de bu devlete padişah mı olacaksın?”

“Hayır!” demiş Mustafa Kemal:

“Padişah olmayacağım. Ondan da büyük olacağım!”

Anlatılanlar bu mealdedir…

Gülüp geçmiş arkadaşları tabi.

Ancak Ali Fuat Cebesoy, o zaman anlam veremedikleri bu harita ve söylenen sözleri sonradan yerli yerine oturttuğunu, çünkü o haritanın Misak-ı Milli haritasıyla neredeyse aynı olduğunu, “Padişahtan da büyük” derken Mustafa Kemal’in cumhuriyeti ve cumhurbaşkanını kast ettiğini anlatır.

İlginç, hem de çok ilginç değil mi?

Hem, şunu belirtelim,

O yıllarda Mustafa Kemal Paşa Fransızcasını oldukça ilerletmiş ve Fransız İhtilali’ni, bu ihtilalin düşün kaynağı olan Aydınlanma Dönemi yazarlarının kitaplarını okuyor ve inceliyordu.

Çok etkilendiği kişiler vardı bunlar arasında.

Örneğin, Cumhuriyet düşüncesinin en önemli isimlerinden birisi olan Jean Jaques Rousseau’yu okumuş ve okuduğu kitaplarının kenarlarına notlar da düşmüştü.

Rousseau’nun düşüncelerinden eleştirdiği yerler de vardı bu notlardan anladığımıza göre bu yapıtlar üzerinden cumhuriyetin ne demek olduğunu ayrıntılı olarak tetkik etmişti Atatürk.

Bir de işin ilginç yanı şudur:

Mustafa Kemal Atatürk cumhuriyetin bir erdem rejimi ve Türk insanının kendi medeni özelliklerini en iyi biçimde bu rejimde gösterebileceğini o dönemde kavramıştı. O’na göre Türk Milleti gerçekten kurtulacaksa, ancak gerçek anlamda özgürlük ortamına kavuşursa ve kendi medeni yönünü açıkça bu özgürlükle ortaya koyabildikçe yükselebilirdi.

Bu nedenle; “Yüksel Türk! Senin için yükselmenin sınırı yoktur!” diye düşünüyordu.

Ancak o bu düşünceye ulaştığında, Osmanlı Devleti’nin son yüzyılı içinde nice kurtuluş reçeteleri ortaya atılırken, Türk aydını cumhuriyeti kesin olarak ele alıp işlememiş, cumhuriyet kavramını zinhar diline bile almamıştı.

Yeni sistem arayışları ortaya çıktığında, pek çok kişi gerçi düşünce serbestliğini savunuyordu. Ancak iş rejim konusuna geldiğinde, önerilen ya Anayasal düzene dayanan meşruti monarşiydi ya da daha sıkı biçimde sarılacağımız şeriat düzeniydi.

Padişahsız, halifesiz, kısmen ya da bütünüyle şeriatın olmadığı bir yönetimi akıllarına bile getirmiyorlardı.

Yazıp çizdiklerinde bazılarının “cumhuriyet” sözcüğü şöyle bir geçer; ama oralarda cumhuriyet onlar için o kadar uzaklarda, erişilemez bir yerdedir ki…

Kaf dağının ötesinde, hayal dünyasında, bir rüyalar âlemindeydi sanki onlar için cumhuriyet.

Bu nedenle cumhuriyet üzerine düşünmeye, kafa patlatmaya gerek bile duymamışlardır.

Örneğin Namık Kemal böyle bakar konuya.

Kimileri de cumhuriyeti kötülükler rejimi olarak algılar.

Onlara göre cumhuriyet kötü anlamları olan, bir ülkeye dağınıklığı ve karmaşayı getiren bir rejimdir. Pekâlâ, 20. Yüzyılın başlarında cumhuriyet çok mu yaygındı?

Hayır!

Ha, zaten sağlıklı biçimde bir Fransa’da işlemekteydi zamana değin; o da çok kan dökülerek kurulmuştu üstelik.

Kimi devletlerin adında da cumhuriyet geçse bile, o devletlerdeki cumhuriyetin, cumhuriyet olup olmadığına da bin şahit isterdi.

İşte Atatürk cumhuriyet düşüncesini olgunlaştırırken, hem dünyada çok ender görülen bir yönetim biçimiydi hem de Türk düşünce dünyası tam bir düşünce kıtlığı içindeydi konuya.

Atatürk ise çoktan kafasında oluşmuş bu düşünceyi, bir rejime dönüştürecek fırsatı, Milli Mücadele yıllarında yakaladı.

Yani bizler cumhuriyetin kuruluşunu, 29 Ekim 1923 tarihinde, cumhuriyetin ilanıyla başlatıyoruz ama o güne gelinceye kadar işin mutfakta hazırlanışı, ta Milli Mücadele günlerine dayanır ve bu sürecin şifreleri de Atatürk’ün on dört kitabından birisi olan, Büyük Nutuk’tadır.

Burada apaçık bu düşünceyi nasıl uygulamaya koyduğunu, adım adım bu stratejiyi nasıl işlediğini anlatır.

Gelin bu konuyu da bir sonraki yazımızda ele alalım.

Cumhuriyetimizin 98. Yılının coşkusuyla şimdilik yüreğimizden taşarcasına, gururla haykıralım:

Yaşasın Cumhuriyet, yaşasın Bayrak, yaşasın Atatürk!

Yaşasın Türk Milleti!