GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Gönül Soyoğul
YAZARLAR
5 Eylül 2014 Cuma

‘Ali Kıran’ ülkesinin, ‘baş kesen’ ilçesi!

Madem ısınma turlarına başladık, küçük adımlar atarak yazalım. Küçük meselelerden, mesela içinde benim de oturduğum sokaklardan, Buca’nın bir zamanlar en sakin/en sessiz/en nezih sokaklarıyken şimdi nasıl ‘bela geliyorum’ diyen sokaklarına dönüşmesinden. Müsaade edin, terzi kendi söküğünü dikmeye çalışsın yani. Dikebilirse tabi!
Küçük diyorum ama aslında biliyorum ki; tüm şehir böyle küçük küçük meselelerin biriktiği, sinek misali mide bulandıran pek çok sorunla baş başa. Böyle olduğunu anlamak/görmek için basındaki kentsel şikayet mektuplarına, bu alanda açılmış köşelere, yerel medyaya şöyle kısaca göz atmak bile yetiyor.
Küçük diyerek sorunumuzu küçültmeye çalışmıyorum asla. Sadece memleket sathındaki genel meselelerinin/sorunların devasalığı karşısında, bizimki ‘sivilce’ misali kalır demeye çalışıyorum. Yüzdeki bir sivilce de ne can sıkıcıdır ama! Aynaya her baktığınızda illa ki önce onu görürsünüz, hatta gözünüzü alamazsınız. Elinizin yüzünüze ilk değdiği yer; evet, o münasebetsiz tümsektir. Koparmazsanız acır, koparırsınız yine acır hatta kanar. Kuruyana kadar rahat vermez, hem göze batar hem yüze kısacası.

Bizim sokak da işte böyle; ülke sorunlarıyla kıyaslayınca bir minik sivilce ama dediğim gibi, gözümüzü alamadığımız bir kent çirkinliği, imar kirliliği, sivilce abidesi!

‘Neymiş derdin bu kadar’ diye içten içe karıncalanmaya başlayan okurlar için söyleyebilirim ki, bu sokak (oyumu asla helal etmediğim) Buca Belediyesi eski başkanı Ercan Tatı’nın son demlerine kadar… Kuzguna yavrusu şahin görünen sokaklardan biri değildi. İçinden ilk kez geçenlere ‘vay canına, burası Buca’nın gizli cenneti’ dedirtecek kadar yeşil, huzurlu, sessiz; sadece Buca’nın değil, İzmir’de bozulmamış dokusu ile kalabilmiş bir elin on parmağı arasında sayılabilecek doğallıkta bir sokaktı. Numarasıyla 138, bilinen adıyla Öğretmenevleri Sokağı…

Bir uçtan diğer uca tamamen ağaçların çevrelediği yola bakan tümü bahçeli evlerin yeşilliği/ışığı/serinliği, Başkan Cemil Şeboy döneminde yapılan düzenlemelerle daha estetik, daha şık bir sokağa dönüşmüş; parke taşları, karpuzlu estetik lambaları ve zarif banklarıyla ‘park’ havasını da kazanmıştı. Öğretmenlerin mütevazı aidatlarıyla yapılmış küçük kooperatif evlerinin bir kısmı el değiştirip yeni gösterişli villara dönüşse de… Bazıları ruhuna uygun olarak ana okulu ve etüt merkezi gibi eğitim amaçlı kullanılsa da ‘Buca’nın en şık/en huzurlu/en nezih sokağı’ olma unvanını kaybetmemişti.

Bahsettiğim cennet sokağın, sakinleri için ‘cehennem’ haline gelmesine, sadece iki yıl yetti! Evlerden birinin çay bahçesine dönüştürülmesiyle başlayan sürecin, vahşi bir gelişmenin(!) başlangıcı olabileceğini en azından biz sakinleri kestiremedi. Ha kestirilseydi, daha işin başında bu işe dur denilebilir miydi, o da ayrı konu!

Neticede arkadaşlar, o ağaçlar arasındaki güzelim yola bakan güzelim bahçeli evlerin yerini kafeler, barlar, restoranlar aldı. 500-600 metrelik sokakta bir anda 13 işletme açıldı; yan sokaklarda da açan yeni kafeteryalarla birlikte bizim güzelim huzur sokağı gitti, yerine taksicilerin ifadesiyle ‘barlar sokağı’ geldi. Öğretmenevleri ve benim gibi ona paralel sokaklarda oturanlar da… Asli sakinlerden, hak sahibi yabancılara dönüştü. Yeni asli sakinlerinin, -aslında her biri kiracı olan- kafe, bar ve restoranların işletmecileri olduğunu hatırlatmaya bilmem gerek var mı?

Bu acı dönüşüm sonucu ne oldu? Avukat Esen Yücel’in ifadesiyle:
“Yıllarca Buca’nın en huzurlu sokağı, akşam 19’dan geceyarısı 02-03’lere kadar huzurun hiç olmadığı, egzozu çıkartılmış araçların kısa mesafede hız yaptığı, sürat motosikletlilerin can ve mal güvenliğini tehlikeye attığı, yayalara tahsis edilmiş yaya kaldırımlarının sağlı sollu araçlarla işgal edildiği, kafe bar müşterilerinin ve görevli valelerin garaj kapılarının önüne park ettikleri araçlarla evlere girişin engellendiği bir yer halini aldı.”
İçkiyi ağzıyla değil malum yeriyle içenlerin attığı naraları, olağan hale gelen ‘kız meselesi’ kavgalarının yarattığı korkutucu ortamı ve canlı müzik yapma ruhsatları olmamasına rağmen evlerimizin içini düğün salonuna çeviren, televizyonun dahi sesini bastıran müziği de eklerseniz… Nasıl bir kabuk değiştirmeden bahsettiğimi anlarsınız.

Elbette bunu bizim anlamamız yetmiyor. Asıl anlaması gerekenler, burada yaşayan insanları evini barkını satıp kaçmayı düşündürtecek denli değişikliğe -vakti zamanında izin veren olmasa da düzenin hala böyle sürmesine- dur demeyenler. Yani İzmir Büyükşehir Belediyesi, Buca Belediyesi, İzmir Valiliği, Şehircilik ve Çevre Bakanlığı İzmir İl Müdürlüğü, Buca Kaymakamlığı ve de sokakların huzurundan/asayişinden/sükunundan/trafiğinden sorumlu Buca İlçe Emniyet Müdürlüğü…
Eğer burası ‘Ali kıran’ ülkesinin ‘baş kesen’ ilçesi değilse… Elbet, anlaması gereken yetkililerce de anlaşılır. Hukuk diliyle anlatılır ki; bu konuda ciddi bir girişim başlatılmış durumda. Hem de epey dişli bir hukukçu; Öğretmenevlerini baba yadigari/huzur sokağı diye bilip yerleşen, ama kısa sürede yerleştiğine yerleşeceğine pişman olan, İzmirlilerin SHP/CHP çevrelerinin çok iyi tanıdığı Avukat Esen Yücel tarafından. Onun öncülüğünde sokak sakinleri ya bu rahatsızlığa bir son verecek, herkes adabınca kanun ve yönetmenliklerin çizdiği çerçevede iş yapacak, saydığım bunca yetkili yetki ve görevlerini kullanacak; ya da eski sokaklarını/huzurunu kaybedenlerin birer ikişer yaptığı gibi, tası tarağı toplayıp ardında onlarca ‘ah’ bırakarak buradan ayrılacak…


Yarın söz sırası, bu yol ayrımını belirleyecek mücadelenin sözcüsü Av. Esen Yücel’de. Ben yazı diliyle anlatmaya çalıştım, o da hukuk diliyle konuşacak…