GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Kemal ANADOL
YAZARLAR
4 Aralık 2020 Cuma

Al sana mücbir sebep!

Geçen yazımda “Mücbir Sebep” kavramının hukuksal tanımını yapmıştım. İşyerleri kapatılan esnaf ve işçiler, asgarî ücret mahkûmları, borçlarını, SGK primlerini, kredi kartlarını ödeyemiyorlardı. Bunun nedeni de ekonomik krizle birlikte ülkeye ve tüm dünyaya yayılan Korona-19 salgınıydı. Bu olay tam anlamıyla mücbir sebep yaratıyordu. Yoksulluk hatta açlık sınırındaki yurttaşlarımızın bu belâdan kurtulması için tek çare vardı. O da devletin bu borçları üstlenmesiydi. Savaşta canlarını, barışta vergilerini isteyen devlet yurttaşlarını bu girdaptan çekip çıkarmalıydı. Buraya kadar tamam da hazinesi tamtakır olan hükümet kaynağı nereden bulacaktı?

***

Şimdi bu önemli soruya yanıt vermeye çalışacağım. Okurları rakamlara boğmayı hiç sevmem. Birkaç örnekle meramımı anlatacağımı sanıyorum. 1990’larda Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla ortaya çıkan tek kutuplu dünya ve bu dünyanın jandarması ABD iyice güçlenmiş, iyice azgınlaşmıştı. Milton Fredman isimli neoliberal düşünce ve uygulamanın babası bu ekonomist, ilk uygulamalarını CİA’nın devirdiği Allende’nin Şili’sinde sahneye koymuştu. Zaten ezilen sınıfların sırtına şimdi de uluslararası şirketler biniyordu. Fredman modeli tüm dünyaya yayılmıştı. Bunun için darbeler gerçekleşiyor, yerlerine neoliberalizmi kutsal sayan iktidarlar getiriliyordu. Ülkemizde 12 Eylül faşist darbesi bu nedenle yapılmış ve Turgut Özal’ın ANAP’ı bunun için kurulmuştu.

Başbakan Özal, Amerika’yı yeniden keşfetmiş gibi, şapkasından “Yap-İşlet-Devret” modelini çıkarmıştı. Yerli, yabancı veya karma sermaye şirketleri, devletle anlaşarak bir yatırım yapacak, ortaya çıkan tesisi 30/40 yıl gibi bir sürede işletme hakkına sahip olacaklardı. Bu sürede elde edilen kârı garanti altına alan sözleşmeler de işin cabasıydı.

***

Oysa bu model yeni filân değildi. Bunlara hukukta imtiyaz sözleşmesi deniyordu. Sözün kısası bu Osmanlı’nın baş belâsı kapitülasyonların ta kendisiydi! Osmanlı’nın ilk demiryolları bu modele göre yapılmıştı. Alman, İngiliz ve Fransız şirketlerine demiryolları yaptırılmış, bunun karşılığında bu şirketler çok uzun süreli kullanma hakkı elde etmişlerdi. Örneğin Fransız Wagon Lits (Vagon Li) şirketi yatırımı karşılığında tam 100 sene yemekli ve yataklı vagon işletmelerinin tekelini elinde tutmuş, şirket ancak Cumhuriyet’ten sonra o da 1970’li yıllarda tasfiye edilebilmişti…

 

Bitmedi… Bir de Kilometre Güvence Sistemi var! Örneğin demiryolunu yapan şirkete 15 bin Franklık bir güvence verilmişse ve şirket bu miktarın altında para kazanmışsa aradaki farkı Devlet-i Osmaniye ödeyecekti. Bu örnek size yabancı gelmedi galiba. Bunun bugünkü adı araç ve yolcu garantisi değil mi? Cumhuriyet Lozan’dan sonra, İstanbul’daki yabancı tramvay şirketlerinin hatta yabancı Su İdarelerinin ve birçok demiryolu hattının borcunu fakir halkın sırtından ödeyebilmiş sonunda tamamını devletleştirmişti…

***

Başa dönelim. Özal’dan sonra AKP hükümetleri sanki güya yeni bir modelmiş gibi, 20014-2019 yılları arasında bu imtiyaz sözleşmelerini ortaya çıkardılar. Yap-İşlet-Devret denilen matah işte bu. Pekiyi sonuç? İşte bugün içinde girdiğimiz cendere…

Birkaç rakam vereyim. Sayıştay Başkanlığı’nın yayınlamış olduğu raporlara göre, hazine garantili köprü, tünel, otoyol, hastane havalimanı için yandaş şirketlere ödenen kur farkı dudak uçuklatmakta! 2014-2019 yılları arasında hazinenin ödediği para tamı tamına 61 milyar 719 milyon Türk Lirası.

Yine çok kısa rakamlar vereyim. Avrasya Tüneli’nin işletme süresi 24 yıl 5 ay. Garantili araç sayısı, günlük 68 bin, yıllık 24 milyon 820 bin. Yıllık tutar 99 milyon 280 bin Dolar + KDV, Osmangazi Köprüsü’nün işletme süresi 22 yıl 4 ay, garantili araç sayısı, günlük 40 bin, yıllık 14 milyon 600 bin. Yıllık tutar 511 milyon Dolar + KDV. Çanakkale Köprüsü’nün işletme süresi 16 yıl 2 ay 12 gün. Garantili araç sayısı günlük 45 bin, yıllık 16 milyon 425 bin. Yıllık tutar 246 milyon 375 bin Dolar + KDV. Yavuz Sultan Selim Köprüsü’nün işletme süresi 10 yıl 2 ay, garantili araç sayısı günlük tek yön 135 bin, yıllık 49 milyon 275 bin. Yıllık tutar 147 milyon 825 bin + KDV.

***

Havaalanlarını, Şehir Hastanelerini sayıp işi uzatmak istemiyorum. Kısaca, bu köprü, tünel, havaalanı, hastane gibi tesislerin sözleşmelerine göre, görevli şirketlere yapılacak garanti ödemelerine esas teşkil eden geçiş ücretleri, o yılın 2 Ocak tarihli döviz kuru üzerinden hesaplanıyor.

Sonuç? Dünyada ve ülkemizde görülmemiş bir salgın var. İnsanlar sonbahar yaprakları gibi dökülüyor. Mezarlıklarda yer sıkıntısı görülüyor. Bu durumda yandaş şirketlere her gün artan döviz kuru üzerinden araç, yolcu ve hasta garantisi ödüyoruz, ödeyeceğiz. Oysa salgın ve ona koşut yasaklar nedeniyle köprülerden araçlar daha az geçiyor, havaalanlarından yolcular daha az yararlanıyor. Ama şirketlerin umurunda mı? Ben sözleşmedeki garantimi isterim deyip işin içinden çıkıyor!

Hiç tartışmasız, dünyada ve Türkiye’deki salgın tam anlamıyla bir mücbir sebeptir. Hükümet salgın geçinceye kadar bunlara yapılacak ödemeleri durdurmalıdır. Bu paralar da işyerini kapatan esnafa, işsiz kalan işçilere, asgarî ücret mahkûmlarına verilmelidir. Buna itiraz eden şirketlere de ulusal ve uluslararası mahkeme ve tahkim heyetlerinin kapısı gösterilmelidir!

İşte size çözüm. Ama çözümlerden çözüm beğenmiyorsanız, işi yokuşa sürüyorsanız diyeceğim yok! Ancak eziyetini bu zavallı halk çekiyor.

Siyasetçiler şunu unutmasınlar. Politika bugünden ibaret değildir. Bunun bir de yarını var!

Yazımı eski bir atasözüyle bitiriyorum. Alma mazlumun ahını, çıkar aheste aheste!