GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Gönül Soyoğul
YAZARLAR
2 Temmuz 2010 Cuma

Ahmet Türk röportajının ardından’… Notlar

Röportaj dün yayınlandı ama Ahmet Türk’’le konuşmak için bir gazeteci arkadaştan yardım isteyişim, yaklaşık 1-1.5 ay önceydi.
Araya önce kişisel mazeretler girdi, ardından da kanın oluk oluk aktığı günler.
Bekledim. Durdum bir süre.
Ama kan durmadı. Hala da akıyor yazık ki’…
Öyle akıyor ki’… Röportaj için randevu aldıktan, gün belirledikten sonra, röportaj yapıncaya kadar geçen sürede Şemdinli’’de 11 şehidin, ardından Halkalı’’da askeri servis aracına yapılan bombalı saldırıda yitirdiğimiz 17 yaşındaki Buse ve 4 askerimizin acısını yaşadık.
Röportaj için Ankara’’ya giderken, o günkü gazeteler, Elazığ’’da askeri time pusu kurup ateş açan PKK’’lıların 2 askeri şehit ettiğini, 1 astsubayın yaralandığını, türbe ziyaretine giderken iki ateş arasında kalan 70 yaşındaki bir kadının, torununu kurşunlardan korumaya çalışırken öldüğünü yazıyordu.
*
Ahmet Türk’’le konuşup İzmir’’e döndükten sonra, röportajı yayına hazırlama sürecinde, 6 gün içinde de durmadı kan’…
Hatay'ın Hassa ilçesinde güvenlik güçlerinin, kekik toplayan köylüleri terörist zannederek ateş açması sonucu 2 köylü öldü, 1 köylü yaralandı.
Ve dün’… Röportaj yayına girmeden, bu kez Siirt’’in Pervari ilçesine bağlı Doğan köyü yakınlarında, 5 şehit daha verdiğimizin haberi yer aldı manşetlerimizde.
Ve İHA’’ların havalanıp PKK’’lıların yerini belirlediği, 12’’sinin ’‘ölü ele geçirildi’’ği’…
Ve bugün’… Diyarbakır'ın Lice ilçesinde güvenlik güçleri ile bir grup arasında çıkan silahlı çatışmada 2 vatandaşın öldüğü, 1 kişinin de yaralandığı...
*
Ne Diyarbakır’’daki 90 sivil toplum kuruluşunun oluşturduğu Adalet ve Çözüm Girişimi’’nin ’“şiddeti durdurun’” çağrıları yerine ulaştı bu süreçte’… Ne de Başbakan Erdoğan’’ın Meclis’’te muhalefete yaptığı (yarım ağızla bile olsa) ’“gelin konuşalım’” çağrısına akil bir yanıt, cesur bir duruş geldi.
MHP lideri, elindeki metne bakarak ’“hadi Apo’’yu asalım, hodri meydan’” karşılığı verdi.
CHP lideri Kılıçdaroğlu da kapıdan girmeyi reddetti.
Samimiyet ve cesaretle, ’“Barış için şeytanla bile işbirliği yaparım, yeter ki evlatlarımız ölmesin, yeter ki bir can daha kaybedilmesin’” diyen olmadı.
’“Siperde çömelip çömelmemeyi’” tartışıyorlar hali hazırda’…
’“Dünyada barışı sağlamak isterseniz, politikacıları öldürün; halklar birbirleriyle anlaşır’” diyen Bernard Shaw’’a selam ediyorum köşemdeki siperden!
*
Ahmet Türk ile yaptığım röportaj, başta hürriyet.com, milliyet.com, gazetevatan.com ve gazeteoku.com olmak üzere pek çok haber sitesinde de yer buldu. Bugün de yazılı basında, bazı gazetelerde.
Yaz sıcağına ve gündem yorgunu insanlara rağmen, röportajın 500 binin üzerinde insana ulaşması, barış umuduyla yapılan konuşmaların, geniş bir kitle tarafından okunması, umut verici, sevindiriciydi benim için.
Aynı sitelerde, röportajın altında yer alan kimi (dehşet verici) yorumlar ise aynı derecede umut kırıcıydı ama’…
Neyse ki ’‘yakalım yıkalım, Kürtlerin hepsini tepeleyelim’’ çığlıklarının yanı sıra, bu yaraya soğukkanlılıkla bakmaya, olayı anlamaya ve tartışmaya çalışan, eleştirilerini son derece yapıcı biçimde dile getirenlerin varlığıyla rehabilite oldum tekrar’…
*
İzmir’’in bir anda Türkiye’’nin gündemine epeyce can sıkıcı bir şekilde taşınmasına neden olan taşlanan DTP konvoyu ile ilgili soru sormak gelmedi içimden. O günlerde o kadar çok konuşulup/yazılıp/çizildiği ve artık üzerinde konuşacak yeni bir taraf bulamadığım için elbette.
Ama ’“İzmir sizde neyi çağrıştırıyor’” diye safça bir soru sordum Türk’’e.
Safça diyorum, Türk’’ün aklına ilk gelenin ’‘o malum saldırı’’ olacağını tahmin etmeliydim.
Nitekim, öyle de oldu; Ahmet Türk yanıtına, ’“İzmir tabii ki Türkiye’’nin belki de geçişmişte en hoşgörülü kentiydi. Bu hoşgörünün kaybolduğuna da inanmıyorum’” diye başladı.
Araya girdim, ne demeye çalıştığımı bu kez açarak ifade ettim. Benim o malum olayla ilgili sormamama şaşırsa da hemen toparlayıp ’“İzmir çok güzel bir kent. Çok medeni bir kent. Her yönüyle insanın burada yaşamak istediği bir yer’” diye devam etti.
Bu ’‘tadımlık’’tan sonra da hemen ana menüye geçtik zaten.
*
Röportaj sırasında, birkaç kez gerildi Türk.
Hatta bir soruma hayli içerleyerek (herhalde iki taraflı bakmadığımı ya da bakmayanların sözcülüğünü yaptığımı düşünerek) ’“Tamam teşekkür ederim, röportaj bitti’” dedi.
Teybi kapattım.
Teybi tekrar çalıştırana kadar geçen sürede ise duygularımız konuştu. Daha çok da onunki.
12 Eylül darbesinden sonra pek siyasi gibi tıkıldığı Diyarbakır Cezaevi’’nde payına düşenleri, gördüğü işkenceden dolayı bazı günler ’“Allahım, al canımı, kurtar beni bu işkenceden’” dediği günleri’…
Dünyanın en kötü üne sahip 10 cezaevi arasında gösterilen, Türk’’ün de yattığı dönemde 32 kişinin işkenceden öldüğü, yüzlerce insanın sakat kaldığı, mahkumların testislerinden asıldığı, elektrik verildiği, dışkı yedirildiği, pek çok uluslar arası davaya da konu olan ’‘Diyarbakır Cezaevi cehennemi’’ni anlattı bir süre.
Sonra tekrar çalıştırdım teybi. Kendi söylediklerine yabancılaşmadı, ’“Ne kadar zor olursa olsun diyalog şart, bu meseleyi silahla değil, ancak konuşarak, barışla çözebiliriz. Bağrımıza taş basalım, yeter ki konuşmaktan, barıştan vazgeçmeyelim ’” inancına uygun tutarlılıkta davrandı. Röportaj tamamlanabildi.
*
 ’“Barışta oğullar babalarını, savaşta babalar oğullarını gömer’” diyen Krezüs’’ün sözünü; annemin ’“Allahım sıralı ölüm ver, evlat acısı gösterme’” dualarını hatırlayarak,  ’“Oğulların babalarını gömdüğü’” sadece ’‘sıralı ölümler’’in olduğu günlerin bir an önce gelmesini tüm kalbimle dileyerek’… Ayrıldım Ankara’’dan.