GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
İhsan Özbelge ÖZDURAN
YAZARLAR
11 Ekim 2021 Pazartesi

Adı konmamış kız çocukları

Ben, adı konmamış bir kız çocuğuydum.
Benden bir yaş kadar küçük olduğunu söyledikleri…
Aranızda bir sene ya vaar, ya yok dedikleri… Kız kardeşim ve  ben...
Annemin, doğumdan birkaç ay sonra kaybettiği diğer iki kız bebeğini saymazsak…
Adı konmamış iki kız çocuğu...
Hep “kız” diye çağrıldık.
Ninem ve babam, bizi kız kimliğimizle tanıdı, tanıttı.
“Bizim kızlar” dediler; yani kaşık düşmanı adayları...  
Zavallı anam hep eksiklendi, hep suçlandı oğlan çocuk doğuramadığı için...
Annem tenhalarda bize sıkı sıkı sarılıp “çocuklarım” diye severdi.
Ninem, annemin bize “çocuklarım” dediğini bir duysaydı…
“Aman yarabbi; bak hele, kızdan çocuk mu olur oğlan doğuramadıktan sonra...
Kızlar çocuktan sayılır mı hiç, benim gibi dört tane oğlan doğur da göreyim ben seni...
Amcangillerin gelinlerine bak kaç ÇOCUK  ettiler.” derdi.
Hiçbir şey anlamazdım.
Kızkardeşim ve ben  dövülür gibi yıkanır, saçlarımız yolunur gibi  taranırdı.
Kafamıza yediğimiz sümsüklerle doyar, yarı aç kalkardık sofradan.
Anacığım tarlada akşama kadar çalışır, bizi nineme emanet ettiğini zannederdi.
Nasıl da özlemle beklerdik yolunu.
Küçücük bedenimizden ağır işleri görmekle geçiyordu günlerimiz.
Babamla ninem bir köşede fısıl fısıl bir şeyler konuşuyorlardı…
Muallim bey’in babama demesine göre… Mektebe gitmek mecburiymiş…
Bizim de mektebe gitme zamanımız çoktan gelmişmiş…
Kızkardeşimle sımsıkı sarıldık birbirimize…
Sevinçten yerimizde duramıyorduk…
Amcamın oğulları gibi; artık, biz de mektepli olacaktık…
Babam …  “O zaman ana bunlara  nüfus kağıdı çıkarmak  gerek,  kasabaya bi varıp geleyim; lakin ne  koyalım bu kızlara  isim” dedi.
Ninem  “Koyuver gitsin bir ad, ne olacakmış  kız kısmına, soyadımız devam etmedikten sonra.
İsim  bir  mavi boncuk değil mi takıver gitsin bir şey” dedi.
Anacığım, yine bir köşede sesiz sessiz ağlıyordu.
Harmanlar kalkmış… Havalar güz, ovalar düz olmuş, mektepler açılmıştı…
Kız kardeşimle ben, büyük bir heyecanla mektebin yolunu tutmuştuk.
Nüfus kağıdımız olmadığı için aramızdaki bir yaş fark ortadan kalkmış, aynı sene okula başlamıştık.
Öğretmenimiz; ne güzeldi, ne iyiydi...
Sesi yumuşacıktı, anam gibi.
Adımı sordu  “Bilmiyorum” dedim.
Çok şaşırdı ve aynı soruyu kardeşime de sordu.
O da , “Babam dün isim kağıdımızı kasabadan aldı getirdiydi ama bize vermedi  daha ” dedi…
Öğretmenim şaşkınlıkla masasındaki kağıtlara  baktı…
“Birinizin adı Hicran,bir diğerinizin ise Hasret” dedi...
Düşündü; acaba hangi isim hangimizindi ?
Öğretmenimiz telaşla dışarı çıktı.
Az  sonra sınıfa  döndüğünde,
“Hicran senin adın, Hasret de kardeşinin adı tamam mı?’’  dedi.
O gün çok sevinçliydik…
Hem  okula gidiyorduk hem de artık bir ismimiz  vardı.
İsmimizi öğretmenimizin sesinden ezberlemiştik.
Dua gibi, şiir gibi gelmişti bize, ne de güzeldi ismimiz…
Öğretmenimiz bize; okulu, okumayı, sevgiyi, şefkati öğretmişti.
Taranmamış saçlarımı nasıl da yumuşacık okşuyordu.
Kardeşim ve ben her gün sevinç içinde o şefkat yuvasına, öğretmenizin kollarına koşuyorduk.
Onu  memnun etmek için çok çalışıyor, her söylediğini ezber ediyorduk.
Kendi aramızda konuşmalarımızda ise anlaştığımız bir hayalimiz vardı…
Biz de onun gibi olmalıydık, o-ku-ma-lıy-dık.
İkinci  sınıfa geçmiştik  bile…
O yaz annem  bize dereden bir kardeş alacağını  söyledi.
Demek  çocukları önce annem dereden alıyor…
İsimlerini de sonra babam kasabadan getiriyordu.
Annem çok şişmanladığı için tarlaya gidemez olmuştu. 
Dere de pek bir uzaktı… Oraya nasıl gidebilecekti acaba ?
Sıcak bir yaz günü tarladan dönüyorduk.
Babam atıyla önde, biz de arkasından öğretmenimizin öğrettiği şarkıları söyleye söyleye eve vardığımızda, bir telaş ile karşılaştık.
Annem dereden bebeğimizi alıp getirivermişti.
Babam neneme sarılmış “Başardık” diye bağırıyordu, “Başardık, başardık ana !”
“Oğlumun adı Başar olmalı ana, yarın  ilk iş kasabaya varıp oğlumun nüfus kağıdını çıkarıvereyim tezelden” dedi.
Başar… Kardeşimiz...
Annemin, babamın, ninemin, hepimizin gözbebeği…
Nasıl da severdik onu...
Acaba… Çok  sevilirken yalnız kendini sevmeyi mi öğreniyordu insan?
Başar’ı büyütürken biz de ilkokul bitirme yaşına gelivermiştik.
Öğretmenimizin zorlaması ile parasız yatılı sınavlarına  girdik.
Ayrı ayrı şehirlerde isimlerimizin manasını öğrenirken…
Hayatın ve başarının manasını da öğreniyorduk.
Ben öğretmen, kardeşim Hasret de ebe hemşire  olarak yurdun dört bir yanında görev aldık.
Görev hayatımız boyunca Anadolu’nun her köşesinde…
Kız çocuklarını, çocuktan saymayan HİCRAN dolu yüreklere…
Erkek çocuklara HASRET zihinlere doğruyu, güzeli öğretmeye çalıştık.
Atamızın izinde, onun meşalesini TÜRK MİLLETİNİN SOYUNUN DEVAMI için taşıdık.
Mutlu evliliklerimiz, dünyalar güzeli çocuklarımız oldu…
Kız ya da oğlan; her birini bir diğerinden öncelikli tuttuk.
Kardeşim Başar…
O… Köyden şehre göçmek isterken ailemizi de göçürdü.
Her şeyimizi sattı savdı, köydeki evimizin bacası tütmez, tarlamızda ot bitmez oldu.
Yani Başar; anamı, babamı mahvetmeyi, kahretmeyi başardı.
Demek ki cinsiyetle ve isimle değil..
Çocuktan sayılmayan kız çocuklarının dolaşık saçlarını okşarken çözülebilirmiş BAŞARının sırrı..                                            
***                                   
11 Ekim Dünya Kız Çocukları Gününde…
Çok yıllar önce dinlediğim, buna benzer bir hayat hikayesinden yola çıkarak …
Ve gerçek olmayan isimlerle  kaleme aldığım bu öykü ile…
Kız ya da erkek …
Tüm evlatlarımıza; kendi ışıkları ile aydınlattıkları , müreffeh  bir gelecek diliyorum…