GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Nedim ATİLLA
YAZARLAR
3 Ekim 2016 Pazartesi

Acelen varsa İzmir’e niye geldin?

İzmir eskiden “emekli olayım da, gideyim orada huzurla yaşayayım” diyenlerin adresiydi demiştik geçen hafta... İzmir’e son yıllarda büyük bir İstanbullu akını var. Hafta sonu arayan geçmiş dönem belediye başkanlarımızdan biri yeni bilgiler verdi. Doğrulatıp onları da yazacağım. İzmir’in son dönemde “özgürlüğün kenti” oluşu, sosyal hayatın “güvenli limanına” dönüşmesi, bunun yanı sıra, İstanbul’un iğrenç bir şekilde yaşanmaz bir yer hale gelişi göçü hızlandırıyor. TÜSİAD Başkanı Cansen Başaran Symes’inYönetim Kurulu Başkanlığını yaptığı Allianz Grubunun İzmir’e gelişi kesinleşti. Pozitron’u ve Fatih İşbecer’i de daha önce yazmıştım…

Artık iletişim çağındayız. İstanbul ve Ankara gibi hantal arsa ve yapı spekülasyonu kentlerine üşüşmeye gerek de kalmadı. Yeter ki İzmir’i hantal yapı spekülasyonu kenti haline dönüştürmeyelim, dönüştürmek isteyenlere izin vermeyelim…

Bunlar iyi gelişmeler ama geçen cumartesi Türkçe’ye çevirip yayımladığım Nazlan Ertan’ın Hürriyet Daily News’teki makalelerinden biri yanlış anlamalara yol açtı. Ben de Nazlan Hanım da aynı sözleri söylüyoruz, “İzmir başka yere benzemez, aman karıştırmayın” diyoruz. Nazlan Ertan “Ankaralı” olarak söylüyor, ben de İzmirli… Bunu şaka yollu, esprili yazınca da sosyal medyada bir bombardımana tutulduk… Bu yazı serisini (devamı gelecek) İzmir’de oturanlara ders vermek için filan yayımlamadım. Yeni gelenlere biraz da şaka yollu “kızım sana söylüyom” takılmaları bunlar…

Öyleyse devam edelim… Yeni İzmirliler’e notlara…

a) Rahmetli Ahmet Piriştina ile birlikte Doğan Kuban Hoca ile yediğimiz bir yemekte, “Uygarlık basit ve tek boyutlu bir olgu değil. Bileşenleri içinde kültürün bütün verileri, bilim ve teknoloji, üretim, toplumsal örgütlenme, toplumsal davranışlar, toplumsal dayanışma var. Bunlar günümüze özgü bir çağdaş çerçevede, birbirlerini tamamlayan bir bütün olarak örtüşüyor ve kendilerine özgü bir yaşam düzeni yaratıyorlar” demişti. Daha sonra Hocam bunu yazarak formüle de etti. Herhalde bu toplumsal dayanışmanın en iyi yaşandığı yer İzmir’dir… Böyle bilinsin…

b) Gördüğünüz gibi İzmir’de de lafı tersten en olmayacak yerden anlama hastalığı diğer kentlerden farklı değil. Yine de herkesin özellikle de tanımadıklarına “günaydın” dediği birbirine selam verdiği, “bana neden selam verdin” diye kavga çıkarmadığı bir kenttir burası…

c) Yaya geçitlerine dikkat. İzmirli sürücüler yaya geçitlerinde araçlara yeşil ışık yansa bile beklerler. “Yaya”  İzmir’de her zaman önceliklidir. Geçen hafta EBSO yakınındaki yaya geçidinden Kazım Dirik Caddesi’ne geçmek isteyenler insanların üzerine otomobilini süren 34 plakalı aracın sürücüsüne “Yuh ayı! İstanbul değil burası” diye bağıran hanımı herkes alkışladı. Kadınlar burada rahatça küfreder, şaşırmayın…

d) Bakın “hanım” yazdım, “kadın” da yazabilirdim. İzmir’de kadınlara artık kimse “bayan” demiyor. Siz de demeyin…

e) Son zamanda tramvay inşaatları nedeniyle körfezin iki yakasında sıkıntılar var, günün belli saatlerinde trafik de sıkışıyor. Ama inşaat tabelasını da okuduysanız, bu geçici bir durum. İnşaat Haziran 2017’de bitecek. Bütün dünyada şehir mobilyası olan tramvaylar da ilgi görecek. Toplu taşımaya alışmak gerek…

f) Gelelim ideolojik yana… Doğan Kuban Hoca, “Kentlere taşınmış, yarı kentleşmiş, giyimi kuşamı evi, çevresi ve dünyaya ilişkin hayaller kurup turistik gezilere çıkanlar kendilerini çağdaş uygarlığın ortağı olmuş sanıyor” diyor. İşte İzmir’de zurna burada zırt der. İzmir’de yaşayanlar çağdaş uygarlığın parçasıdırlar. Kente gelmiş, fakat kentlileşememiş toplum bu ülkenin gerçeğidir. Ama bana sorarsanız, televizyonda, sinemada, alış-veriş merkezinde gördüğüm İzmir’de diğer kentlerden hayli farklı bir toplumsal yapı vardır.

g) Avrupa’nın bütün uygar ülkelerinde olduğu gibi,  İzmir’de yöneticilerin hepsinin değilse de büyük çoğunluğunun Sığacık, Bergama, Tire, Ödemiş gibi küçük kentlerin tarihi karakterlerinin korunması, uygar İzmirlinin en duyarlı olduğu konudur. Bu kentler arkeolojik sitler olarak değil, toplumun tarihle bütünleşmesinin simgeleri olarak yaşıyor, yaşamak istiyor. 

***

Bu konu daha çok su kaldırır. Daha çok yazılacak mevzu var bu konuda… O nedenle şimdilik “Aceleniz varsa İzmir’e neden geldiniz?” diye soralım ve Milan Kundera ile bitirelim yazımızı:

“…yavaşlığın düzeyi anının yoğunluğuyla doğru orantılıdır; hızın düzeyi unutmanın yoğunluğuyla doğru orantılıdır. Yavaşlıkla anımsama, hız ile unutma arasında gizli bir ilişki vardır. bir şey anımsamak isteyen kimse yürüyüşünü yavaşlatır. buna karşılık, az önce yaşadığı kötü bir olayı unutmaya çalışan insan elinde olmadan yürüyüşünü hızlandırır... çağımızda unutma arzusu bir saplantı haline gelmiştir, bu nedenle, bu arzuyu tatmin etmek için hız iblisine teslim olmuştur çağımız; kendi anımsamak istemediğini bize anlatmak için hızını artırır; çünkü kendinden bıkmıştır; kendinden tiksinmektedir; belleğin küçük titrek alevini söndürmek istemektedir…”

Kundera’nın bu sözleri de İzmir’e yeni yerleşeceklere “anahtar” olarak algılansın isterim…