GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Mehmet KARABEL
YAZARLAR
12 Aralık 2020 Cumartesi

66 yaşında! Ver başrol oynasın

O yıllar…

“Mazi kalbimde yaradır!” dedirtecek kadar güzeldi…

Siyah-beyaz Türk filmleri…

Adeta bir “rehabilitasyon” unsuruydu…

Kızardık… Gülerdik… Sevinirdik… Ağlardık…

Ama…

Nereden bakarsan hepimize “iyi gelir”di, o filmler…

***

İstanbul kızıydı…

O da çok severdi sinemaya gitmeyi…

Beyazperdedeki görüntülerde…

Hep başroldeki kızın yerinde görürdü kendini…

Hele 60’lı yıllarda…

O kadar çok severdi ki ağlatan melodramları…

Fatih Kız Lisesi’nden diploma aldı; dil kursuna başladı…

Tam o günlerde…

Ses Dergisi’nin geleneksel “Artist Yarışması” start almıştı...

Çok güzeldi…

Boylu poslu bir kızdı…

İri kahverengi gözleri bakanın aklına çakılırdı…

Adayların fotoğrafları yayınlandığında…

O “dalyan gibi” güzeller güzeli kız…

İlk elemelerden itibaren dikkatleri üzerinde toplamıştı…

Yarışmanın rakipsiz favorisi olarak göz dolduruyordu…

Bi’dakika…

Tam burada hafiften gizemli kalmış bir ayrıntıyı masaya koyalım…

Aslında…

Çok kimse de bilmez şimdi okuyacaklarınızı…

***

Ses Dergisi’nin her yıl düzenlediği bu yarışmada sekiz büyük film yapım şirketi, üç kadın, üç erkek oyuncu adayını seçerdi... Birinci seçilen kadın ve erkek oyuncu adayının bu sekiz yapımcıya iki yıl süre ile birer film yapma mecburiyeti vardı... Bu tatlı öykünün kahramanı genç kız birinci seçilirse bu sekiz firmayla tek tek film yapmak zorundaydı…O günlerde Yeşilçam’a üç ortak yapım şirketi (Erler Film / Türker İnanoğlu, Arzu Film / Ertem Eğilmez, Akün Film / İrfan Ünal) hakimdi… Bizim dalyan kızı beğendiler ya! Şeytan’ın aklına gelmez, ne yaptılar biliyor musunuz? Bizim güzeller güzeline gizli oylamada “10 üzerinden 1 verdiler”... Sandık açıldığında 55 oyla Necla Nazır birinci seçilmişti… Ya, bizim kız? O da ikinci ilan edilmişti… İşte bu garip oylama sayesinde Yeşilçam’a hakim o üç yapım şirketi, bizim kızla daha yüksek ücretle film yapacaktı ama garibim kızın bundan haberi yoktu… Atraksiyonu sonradan öğrendi…

***

O kız, Türk Sineması’nın bi’daha unutamayacağı yıldızı olacaktı…

Adı Gülşen Bubikoğlu’ydu…

Müthiş kararlı bir duruşu vardı…

Artist oluyor diye…

Ne adını değiştirdi ne de soyadını!

***

Peki, sonra ne oldu?

Neler olmadı ki…

O güzel kızı yıldız yapmaya kararlı üç Yeşilçam yapımcısı arasından…

Bir isim, öne çıktı; elini çabuk tuttu…

İrfan Ünal, “İlk filmi ben yapacağım” dedi…

Yönetmen koltuğunda Osman Seden oturuyordu…

İlk kez kamera karşısına geçmeye hazırlanan Gülşen…

Başrolü Kadir İnanır ile paylaşacaktı…

“Yaban” adını taşıyan film…

Marmaris’te geçiyordu…

Sosyetik Alev’in önce alay ettiği…

Sonra aşık olduğu yaban hayatı süren Ali’nin hikayesiydi…

Çok tuttu…

Sinemaseverler, Gülşen’e ve çıkardığı oyuna bayılmıştı…

Kamera genç kızı çok sevmişti…

İstikbal artık “gözleri gülen” o kızındı…

***

“Yaban” filminin gösterime girdiği günler…

Takvimlerde 1973 yılını gösteriyordu…

Gülşen Bubikoğlu o sırada 19 yaşındaydı…

Bir yıl sonra n’oldu, dersiniz?

***

O günlerde (1974)…

Erler Film’in sahibi Türker İnanoğlu

Türk Sineması’nın “dört yapraklı yoncası”ndan biri olan…

Filiz Akın’la evliydi…

Neredeyse 10 yıldır aynı yastığa baş koyuyorlardı…

Filiz, özel bir oyuncuydu…

Türk Sineması’nın Avrupai yüzü, kolejli kızı, sarışın yıldızıydı…

Biricik oğulları İlker de…

“Yumurcak” filmleriyle ün yapmaya başlamıştı, yeni yeni…

N’oluyor, demeye kalmadan…

Paaat, diye boşandılar…

Aradan yedi - sekiz ay geçti…

Bu kez bi’daha şaşırttılar Yeşilçam’ı…

Yeşilçam’ın ünlü patronu Türker İnanoğlu

Eliyle Türk Sineması’na kazandırdığı Gülşen Bubikoğlu ile…

“Aman yerin sesi duymasın!” taktiği ile…

Kemal Utku’nun evinde…

Sade bir törenle gizlice hayatlarını birleştirdiler…

O tarihte…

Türker İnanoğlu 38, Gülşen Bubikoğlu 20 yaşındaydı…

(Yeşilçam’ın şöhretli patronu, 21 yaşındaki Filiz Akın’la dünyaevine girerken de 28 yaşındaydı…)

28 Aralık 1977’de yılında kızları Zeynep dünyaya geldi…

***

Gülşen Bubikoğlu, evlendikten sonra…

Erler Film’in bir numaralı kadın yıldızı oldu…

Her role yatkın olduğunu kanıtladı…

Komedide acayip başarılıydı…

Çok tutulduğu için seri halde çekilen “Gırgıriye” filmlerindeki…

Roman kızı “Güllü” karakteriyle gönüllerde taht kurdu…

Duygusal ve hareketli filmlere de yatkındı…

Hem eşi hem patronu Türker İnanoğlu…

O’nu en kısa sürede göklere taşıdı…

Macaristan, Moskova, Kuveyt ve Cannes festivallerine katıldı…

İtalyanlar’la ortak yapım…

“Baş Belası, Üçkağıtçılar ve Mücevher Hırsızları” gibi filmlerle…

Adını Avrupa’ya yazdırdı…

50’ye yakın film çevirdi…

“Zirvedekiler” ve “Affet Bizi Hocam” gibi TV dizileri…

Büyük ilgi gördü…

2000’li yılların başında kameralara veda etti…

***

Gülşen Bubikoğlu’nun fotoğraflarına dikkatle bakın…

Yıllar…

O güzel yıldızdan alıp götüreceği yerde…

Dün(!)den daha çekici…

Daha alımlı bir “eski star” olarak…

Kelimenin tam anlamıyla göz kamaştırıyor…

Bir hafta önce (5 Aralık)

Ailesiyle birlikte Bodrum’da 66 yaşına bastı…

Uzun süredir kameralardan uzak olmasına karşın…

Sosyal Medya’yı şahane kullanıyor…

O’nu unutmayan ve dahi…

“Bodrum Güzeli” yakıştırması yapan hayranlarına…

66 yaşının verdiği heyecanıyla şu satırları yolladı:

“Balkonda biraz güneşlenme biraz oksijen, biraz karantina... En kısa zamanda sağlıklı günlere dönmek temennisiyle…”

***

Bitiriyoruz…

Neyle?

İki özel “yorum” ile…

Birincisi,

Gülşen Bubikoğlu’dan…

“Ekrana ne zaman döneceksiniz, artık sizi çok özledik” diye soran hayranlarına şöyle karşılık veriyor:

“Zamanımı kızım Zeynep'ten olan torunum Mavi ile geçiriyorum… Bana büyük enerji veriyor; hayata bağlıyor... Dizilerden ise sağ olsun teklifler gelmeye devam ediyor… Ama bazı şeyler geçmişte kaldı… O çalışma temposunu asla kaldıramam… Ekrana dönmeyi düşünmüyorum…”

İkincisi…

Şu anda 84 yaşında olan ve…

45 yıldır aynı yastığa baş koyduğu eşi Türker İnanoğlu’ndan:

“Ailemi çok ihmal ettim bu sinemacılık mesleği yüzünden… Gerek Filiz’i (Akın), gerek Gülşen’i (Bubikoğlu)… Sevgiden, saygıdan bir şey kaybetmedik ama...”

Nokta…

Sonsöz: “Hayatta zor olan iki şey vardır… Biri, insanın kendine iyi bir ad sağlaması; ikincisi de bu adı sürdürmesidir… / Robert Schumann – Almanya’daki Romantik Hareketi’nin Öncüsü…”