GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Engin ÖNEN
YAZARLAR
5 Mayıs 2022 Perşembe

50 yıl sonra Deniz, Yusuf ve Hüseyin...

Tam elli yıl geçti, darağaçlarında canlarına kıyılalı. Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan. Öldürüldüler. Kimse ikna olmadı, bu infazın hukuk gereği olduğuna. Öldürüldüler ama yok edilemediler. Elli yıl sonra, hala binlerce kişi meydanlara çıkıp onları anıyor. Belgesellere, dizi filmlerine, haberlere konu oluyorlar.

Yok edilememiş olmaları, bazılarının iddia ettiği gibi ideolojik duruşlarından mı kaynaklanıyor? Sanmıyorum. Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının siyasi görüşleri ve hedefleri bugün onları ananların büyük bir çoğunluğun görüşü değil artık. Ne Halk Kurtuluş Ordusu kurarak işçi, köylü iktidarını gerçekleştirmek ne de bunun için artık gençleri, işçi ve köylüleri harekete geçirmek mümkündür. Yetmişli yıllardaki dünyada ve Türkiye’de değiliz artık. “Tam Bağımsızlık” kavramı da bugünün koşullarında çok tartışmalı bir kavramdır. Öte yandan bazı aşırı milliyetçi grup ve dergilerin Che gibi, Deniz Gezmiş’i bir sembol olarak kullanmaları da, o günkünden farklı anlama gelmektedir.

Elli yıl önce devletin ve rejimin savunucuları için, düşman ve tehdit komünizm idi. Amerika dost ve müttefik, Sovyetler ise düşmandı. Kürtler var mıydı yok muydu belli değildi ama en azından Kürt sorunu yoktu(!). Kürt sorunu yoktu, çünkü Kürtler bugünkü kadar ülkenin her yerine dağılmamışlar ve hatta Büyükşehirlerde henüz görünür olmamışlardı. Ayrıca bu denli kan akmamıştı. Laikliği ve Cumhuriyeti tehlikeye düşürecek denli İslamcılık da görünmüyordu. Tarikat ve cemaatler bu denli besili ve aleni değildi.

Elli yıl içinde köprünün altında o kadar su aktı ki. Ne komünizm diye tehdit kaldı ne de Sovyetler Birliği adında bir düşman. Rejimi tehdit eden düşmanlar değişmişti artık. Rejim yine tehdit altındaydı ama artık bu tehdit bölünme ve irtica tehdidiydi.

Bir tek Amerika’nın zihnimizdeki yeri aynıydı belki. Amerika bütün kötülüklerin anası durumundaydı ve halen öyle. Çünkü irtica ve bölünme tehdidi, Amerika’nın rolü olmadan bu denli yükselemezdi. Rejimin düşmanı Amerika, artık rejimin savunucu kurumları ve rejimden yana sosyal kesimlerin düşmanına dönüşmüştü. Eski dostlar artık düşman olmuştu. Kırk yıl önce Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının “Kahrolsun Amerika, Kahrolsun Emperyalizm” sloganları bu defa rejim muhaliflerinin değil savunucularının sloganına dönüşüyordu.

Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının anti-emperyalizm vurgusundan sadece milliyetçilik sonucunu çıkarmanın doğru olmadığını ve böyle bir yaklaşım solculuklarını ve dolayısıyla enternasyonalist duruşlarını ihmal etmek anlamına geldiğini tartışma dışı bırakalım.

Dikkatinizi çekiyor mu bilmem, bir süredir Deniz Gezmiş ve arkadaşlarını, radikal sol gruplar kadar ulusalcı ve rejimi tehdit altında gören kesimler de anıyor. Deniz Gezmiş ve arkadaşlarında elli yıl önce göremedikleri hangi ideolojik yaklaşımı buluyorlar? Rejimin tehdit olarak gördüğü elli yıl öncesinin gençlik liderleri nasıl oldu da, bugün rejimin savunma aracı olarak görülmeye başlandı? Solculukları kaybolup, neden sadece anti-emperyalizm vurguları ön plana çıktı?

Şarkışla türküsü söylenirdi eskiden. Şimdi lüks semtlerin sakinleri, Deniz Gezmiş ve arkadaşlarını anarken, “Yaşa Türk Ordusu yaşa/dünya şaştı böyle işe oy oy/Ordu madalya göndermiş Yusuf’u vuran çavuşa” dizlerini eski anlamıyla söyleyebilecekler mi? Peki, idam sehpasındaki son sözlerinin hangisi Deniz Gezmiş ve arkadaşlarına sempati duyulmasına yol açmaktadır? “Yaşasın Tam Bağımsız Türkiye! Yaşasın Marksizm-Leninizm! Yaşasın Türk ve Kürt halklarının kardeşliği! Yaşasın İşçiler, Köylüler! Kahrolsun emperyalizm!”

“Altıncı Filo Defol!” tamam da, şu Marksizm-Leninizm’i ne yapacağız? Ya “Türk ve Kürt halklarının kardeşliği de nereden çıktı? Peki, nasıl oldu da işçi ve köylülerin iktidarını ve hatta Türk ve Kürt halklarının kardeşliğini idam sehpasında bile dile getiren elli yıl öncesinin devrimci gençlerinin heykellerini, bu görüşlere oldukça mesafeli kesimlerin yaşadığı semtlere dikebiliyoruz? Anıtlar açıyoruz?

Elli yılda ne kadar da değiştik. Deniz Gezmiş ve arkadaşlarına yüklediğimiz anlamdan belli. Bu idamlardan rejim savunuculuğu ve ulusalcılık üretmek yerine, keşke bir süredir kaybettiğimiz değerlerimizin mahcubiyeti ile yüzleşme fırsatı olarak değerlendirebilseydik. Hayatı ve ülkesini, ailesi, serveti ve çıkarlarından ibaret gören kitleler, başkaları için bir şeyler yapmakta zorlanan kuşaklar olarak, ülkemizi kaybetmenin acısını yaşasaydık Deniz’leri hatırladıkça. Can Yücel (acıyorsam sana anam avradım olsun) gibi Onlara acımasaydık. Ya da içine düştüğümüz halden dolayı kendimize acısaydık.