GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Kemal ANADOL
YAZARLAR
13 Nisan 2022 Çarşamba

31 Mart 1325 veya 13 Nisan 1909

Bugün 13 Nisan 2022. Ülkemiz siyasal yaşamını derinden sarsan ve etkileri günümüze kadar uzanan gerici kalkışma ve darbenin 113. Yıldönümü. Rumî takvimler 31 Mart 1325, Milâdî takvimler 13 Nisan 1909’u gösterirken İstanbul vahşi ve kanlı bir ayaklanmaya tanık olmuştu. Bu olay o kadar önemlidir ki rahatça günümüzdeki kutuplaşmanın ve çekişmenin başlangıcı sayılabilir.

Politikacıların kavgalarında, akşamları beyaz cam ekranında, yandaş ve candaş medyanın sütunlarında gördüğümüz ağız dalaşı her gün, Uğur Mumcu’nun “Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olunmaz” uyarısının doğruluğunu kanıtlıyor. Siyasal İslâmcılar bu olaya Necip Fazıl ve Fesli Kadir penceresinden bakarak yorumluyor. Aksi kanıtlansa bile belleklerine demir atmış önyargıları değiştirmek olası değildir. Yelpazenin solunda özellikle merkez solda saf tutan siyaset erbabı istisnaları olmakla birlikte, politikayı gazete kültürüyle bir ucundan tuttuklarından bu olaydan ders çıkarmayı yıllardır ıskalıyorlar. Ülke sorunlarına kafa yoran ve çözüm arayan genç kuşakların 31 Mart / 13 Nisan kalkışmasına mercek tutmasında büyük yarar olduğu kanısındayım. Şimdi konunun özüne ve gelişmelerine bir göz atalım.

Padişah II. Abdülhamit 23 Aralık 1876’da ilân edilen Birinci Meşrutiyetin Kanuni Esasi (Anayasa) ve Meclisi Mebusan (parlamento) kurumlarını Osmanlı-Rus savaşını bahane ederek askıya almış ve eşine az rastlanır bir zulüm dönemi başlatmıştı. İlerdeki yıllarda görülecek “Sayın muhbir vatandaş” uygulaması o günlerde başlamış ve yoğunlaşmıştı. Jurnal, sansür ve sürgün, istibdadı (baskı yönetimi) ayakta tutan sözcüklerdi. Padişahın oturduğu ve suikast korkusuyla dışarı çıkmadığı Yıldız Sarayı acımasız yönetimin kumanda merkeziydi. Sokaktaki tebaa korkusundan “Yıldız şehriyesi” bile diyemez olmuştu!

Bu katı ve korkunç rejimin güç ulaştığı üç kozmopolit kent vardı: Selanik, Manastır ve İzmir. Avrupa’ya açılan pencere olarak tanımlayabileceğimiz bu kentler, özgürlük tohumlarının atıldığı ve yeşermeye başladığı odak haline gelmişlerdi. İstanbul’da başlayan, Selanik’te gelişerek Paris ve Londra’ya uzanan jön Türk hareketi yeraltında İttihat ve Terakki fırkasına dönüşmüştü. Fırka ordu içinde örgütlenmiş ve çok güçlü hale gelmişti. 23 Temmuz 1908 günü İttihat ve Terakki Manastır’da Meşrutiyeti ilân edince Abdülhamid’e bunu tanımaktan başka çare kalmamıştı. 29 yıl sonra kapatılan Meclisi Mebusan açılmış ve askıya alınan 1876 Kanuni Esasisi tekrar yürürlüğe girmişti.

Kısa süre sonra İttihat Terakki ve karşısında liberal görüşlü Ahrar Fırkasının (Partisi) katıldığı seçimler yapıldı. İttihat Terakki ezici bir çoğunlukla kazandı ve 17 Aralık 1908’de meclis çalışmaya başladı. Çoğunluğuna karşın İttihat Terakki bir türlü iktidar olamıyordu. Çünkü Anayasaya göre Sadrazamı (Başbakan) Padişah atıyor, o da hükümet üyesi nazırları (bakanları) belirliyordu. Tam bir siyasal kargaşaya girilmişti. Ahrar fırkası 50 civarında mebusu çevresinde toplamayı başarmış, iktidarla muhalefet arasında köprüler atılmıştı. Olaylar hızla gelişiyor, çekişmeler iç kavgaya dönüşüyordu. Muhalefet eski Sadrazam Kıbrıslı Kâmil Paşa çevresinde toplanırken ilginç bir gelişmeye tanık olundu. 5 Nisan 1909 tarihinde İttihadı Muhammedî Cemiyeti kuruldu. Cemiyet hem İttihat Terakki’ye hem de Ahrar Fırkasının ön gördüğü batı tipi ıslahata karşıydı. İlân ettikleri ilkeleri “İnsanların yaptıkları kanunlara değil, Kuran’a” dayanıyordu. Hareket gelişmeye ve genişlemeye başlamıştı. Başı çeken Kıbrıslı Hafız Derviş Vahdeti ilginç davranışlar sergiliyordu. Çıkardığı “Volkan” gazetesi sanki çevresine yanardağ lâvları saçıyordu! Yazılarında Dreyfüs, Zola ve Darwin’i anacak, onlara gönderme yapacak kadar batı bilgilerine aşinaydı. Tamamen batıdan esinlenen Prens Sabahattin’e yakındı ve Kâmil Paşa’dan yanaydı. Vahdeti’ye göre güdülecek en doğru siyaset İngiliz yanlısı olmalıydı.

Osmanlı Ordusu ise bunca ıslahata karşın doğru dürüst bir yapılanmaya ulaşamamıştı. Orduda iki tip subay vardı. Alaylılar ve mektepliler. Alaylıların askeri eğitimi olmadığı gibi çoğu okuma yazma bilmiyordu. Okuma yazma bilmediği halde Paşa (General) olan subaylar vardı! Er ve erbaşların İttihadı Muhammedi’yi destekleten ve İttihat Terakki’yi kınayan mektupları Volkan gazetesinde sürekli yer buluyordu. Alaylı zabitler Harbiyeli zabitlerin uyguladığı Prusya tipi disiplinden rahatsızlardı. Erat abdest almak ve namaz kılmak için talim sırasında kendilerine zaman bırakılmadığından şikâyet ediyordu. Alaylı zabitlerin kışkırtmasıyla “gâvur” olarak nitelediği çocuk yaştaki mekteplilerden emir almayı kırıcı buluyordu.

Artık ok yaydan çıkmıştı. Kamuoyundaki kuşku ve huzursuzluk doruk noktasındaydı. Harbiye mezunu zabitler bir sabah evlerinden çıkarken kapılarına boyayla mektepli anlamına gelen Arapça “Mim” harfinin yazıldığını gördüler. Dersaadetteki (İstanbul) bütün zabitler bir gecede mimlenmişlerdi!

***

13 Nisan 1909’da Taksim’deki Toplu Kışlası’na yerleştirilmiş avcı taburlarındaki askerler ayaklandı. Liderleri Hamdi Çavuş sürekli ajitasyon yapıyor, mektepli zabitlere karşı kışkırtarak gerilimi artırıyordu. Onu parayla elde eden ve aylardır bugüne hazırlayan Kâmil Paşa’nın oğlu Padişah Yaveri Sait Paşa’ydı. Sait Paşa da Sultan Abdülhamid’e düzenli bilgi ulaştırıyordu.

Asiler zabitleri etkisiz hale getirerek Sultanahmet’teki Meclisi Mebusan önünde toplandılar. Diğer kışlalardan gelenlerle sayıları çoğalmıştı. Lazkiye Mebusu Aslan Bey’i Tanin Gazetesi başyazarı ve İstanbul Mebusu Hüseyin Cahit Bey sanarak öldürdüler. Adliye Nazırı Nazım Bey de öldürülen ikinci siyasetçi oldu. Ayaklanmanın önemli hedefi mektepli subaylardı, Karşılaştıkları her üniformalıya soruyorlardı: “Alaylı mısın mektepli misin?” Asarı Tevfik zırhlısı süvarisi Binbaşı Ali Kabuli Bey, Yüzbaşı Nail Bey, Yüzbaşı Selahattin ve kardeşi Nurettin Beyler ile Mülazım Muhittin kanı akıtılan ilk mektepli zabitlerdi. Mülazım Selim’in cesedi ibret olsun diye Galata Köprüsünde iki gün teşhir edilmişti.

Askerler meclis başkanı ile hükümetin derhal istifasını, şeriatın geri getirilmesini ve kadınların sokağa çıkmasının yasaklanmasını istiyorlardı. Mebuslar panik içindeydi. Can korkusu içinde İstanbul dışına kaçmaya veya yakınlarından birinin evinde saklanmaya çalışıyorlardı. Softalar İstanbul’a yayılmış ve aydın avına çıkmışlardı. Yıldız Sarayı önünde Padişah’a bağlılıklarını haykırıyorlardı. Padişah da balkona çıkıp onları selamlıyordu!

İsyanın başladığı 13 Nisan günü yayınlanan Serbesti gazetesinde Mevlânızade Rıfat’ın yazı başlığı ilginçti: “Bizi bizden ziyade düşünen İngilizler.” Sadrazam duruma hâkim olamayınca istifa etmişti. Abdülhamid yerine Tevfik Paşa’yı tayin etti. İttihat Terakki yenilmiş mebusları dört bir yana dağılmıştı. İttihatçı gazeteler yağma ve tahrip ediliyordu. Cemiyetin boşluğunu Ahrar Fırkası doldurdu.

İttihat Terakki İstanbul’da yenilmişti ama Makedonya’da sapasağlam duruyordu. 17 Nisan’da “Hareket Ordusu” İstanbul’un düzenini sağlamak ve isyancıları cezalandırmak amacıyla Selanik’ten yola çıkmıştı. Kumandan Mahmut Şevket Paşa, kendisi ve ordusunun İttihat Terakki adına hareket etmediklerini, amaçlarının kanun hakimiyetini ve ordunun disiplinini sağlamak olduğunu kamuoyuna duyuruyordu. Paşa’nın kurmay başkanı Mustafa Kemal’in de bazı cemiyet yöneticileri ile anlaşamadığı ve ordunun siyasete bulaşmasına karşı olduğu biliniyordu. Hareket Ordusu 23 Nisan gecesi Dersaadet’e girdi. Önemli bir direnişle karşılaşmadan egemenliği sağladı. Beş gün sonra toplanan Meclisi Mebusan’da II. Abdülhamid’in tahttan indirilmesine karar verildi. Yerine kardeşi Mehmet Reşat’ın V. Mehmet unvanıyla tahta çıkması oybirliği ile ve alkışlarla kabul edildi.

İlân edilen örfi idare (sıkı yönetim) mahkemelerinde içlerinde Kıbrıslı Derviş Vahdeti’nin olduğu 70 kişi hakkında idam kararı verildi ve karar infaz edildi. 420 kişi de çeşitli hapis cezalarına çarptırıldı.

Olayların bundan sonraki aşamaları ayrı bir yazı konusudur. Doğan Avcıoğlu, 31 Mart’ta Yabancı Parmağı adlı eserinde bu kanlı kalkışmanın arkasında İngiliz etkisini belgeleriyle kanıtlamıştır. Derviş Vahdeti de büyük olasılıkla İngiliz ajanıydı.

***

13 Nisan 1909 olayı ne kadar da bugüne benziyor değil mi? O günden bugüne uzanan olaylar zincirini AKP Genel Başkan Vekili Numan Kurtulmuş çok güzel özetliyor. 25 Ocak 2021 günü yapılan Üsküdar AKP kongresinde, Türkiye’de iki farklı siyaset yolunun olduğunu anlatarak şunları söylüyor: “Bu yollardan biri Genç Türkler, İttihat ve Terakki, Cumhuriyet Halk Fırkası ile bugünkü CHP’ye kadar gelmiş çizgi. Bundan 60 sene evvelki tartışma da hatta 150 sene evvelki tartışmalar da aynı tartışmaydı. Diğer yol ise milletin inandığı yoldur. Milletin istikametidir.”

Bence ikinci yolu geçiştiriyor Sayın Kurtulmuş. İkinci yol da 31 Mart isyancılarının, Ahrar daha sonra da Hürriyet İtilaf Fırkasının, mütareke basını kalemşorlarının ve Damat Ferit iktidarının yolu değil mi? Teali İslâm Cemiyetinin başına geçip, Kurtuluş Savaşına karşı ihanet bildirileri yayınlayarak bunları 30 Ağustos 1920 günü Yunan uçaklarıyla Anadolu köylerine, kentlerine attıran ve günümüzde yere göğe sığdırılamayan İskilipli Atıf Hoca ikinci yolun yolcusu değil mi?

Taksim alanına yıllar sonra topçu kışlasının yapılmasındaki ısrar bugün daha iyi anlaşılmıyor mu? Bir yandan mektepli zabit düşmanlığı yaparken diğer yanda İngiliz mandacılığına sığınan Volkan Gazetesi, Ergenekon, Balyoz davalarının tetikçiliğine soyunan ve okyanus ötesi şarkıları terennüm eden Taraf Gazetesine ne kadar çok benziyor!

Kendisi de İttihatçı ve Teşkilatı Mahsusa elemanı olan İstiklâl Marşı şairimiz Mehmet Akif ne güzel söylemiş:

Tarihi tekerrür diye tarif ediyorlar

Hiç ibret alınsaydı tekerrür mü ederdi?