GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Nedim ATİLLA
YAZARLAR
22 Kasım 2020 Pazar

105 yıl öncesinden lüks yaşama bir bakış…

“Sosyoloji, insanların eşitlik, özgürlük ve mutluluğuna hizmet etmeyecekse bir dakikalık bir inceleme zahmetine dahi değmez," diyen Emile Durkheim'ın  geçen gün ölüm yıl dönümüydü.

“Sosyolojinin Babası” ..1858'de Yahudi bir din adamının oğlu olarak dünyaya gelen Durkheim, babasının vefatı ile rabbilikten farklı bir yola girer. Din adamı olmaktansa bilim adamı olmayı tercih eder.

Başarılı bir lise hayatının ardından Fransa’nın en prestijli okulu École Normale Supérieur’e başlar. Bu noktada ENS'nin sosyal bilimlere kazandırdığı en büyük isimlerden biri olur. 1885'de bir yıl süre ile deneysel psikolojinin kurucusu Wilhem Wundt ile çalışır. Bu süreçte Alman akademisini ve idealist felsefe geleneğini yakından tanıma fırsatı bulur. Almanya dönüşü Fransız akademisinde yeni bir söylemin temsilcisi olan Bordeaux Üniversitesi’nde görev alır.

Akademik yaşamının çoğunu burada geçiren Durkheim pedagoji ve ahlak felsefesi dersleri verir. 1902’de Paris Üniversite’nde dersler vermeye başlar. 1896'da L’Année Sociologique dergisini çıkarmaya başlar. Fransa dışındaki sosyal bilim literatürünü okuyucuya tanıtan dergi aynı zamanda James Frazer gibi ünlü araştırmacıların çalışmalarını yayınlar. Üçüncü cumhuriyetin toplumsal idealleri ile yetişen bir genç olarak bütün çalışmaların bu değerler merkezinde gerçekleştirmiştir.

Durkheim sosyolojinin ilk doktora tezi denilebilecek “Toplumsal İşbölümü”nde, toplumun varlığının ahlak duygusundan kaynaklandığını ileri sürer. Toplumsal ahlakın örgütlenme biçimi bağlamında artık klasikleşmiş organik ve mekanik dayanışma kavramlarını geliştiren kitap, mutluluğun ilerlemeye değil toplumsal koşullar ve bireysel arzular arasındaki bir denge durumuna dayandığını savunur.

1895'de Sosyolojinin “kesin bir bilim” olduğunu ilan eden “Sosyolojik Yöntemin Kuralları”nı kaleme alır. En önemli çalışmalarının başında gelen “Dini Hayatin İlkel Biçimleri”, toplumsal olguların birer temsil olduğunu ileri sürer. Bu bağlamda toplumsal ilişkileri anlamlandıran mantığı din fenomeni üzerinden çözümlemeye çalışır.

Durkheim hiç gitmediği Polinezya yerlilerinin yabanıl aklının zenginliğini şaşırtıcı bir derinlikle yorumlarken, bu çalışma ve M. Mauss ile kaleme aldığı Primitive Classification antropoloji klasikleri arasına girer.

“Ahlak Eğitimi” kitabında Kantçı Ahlak felsefesinin toplumsal ilişkiler açısından ele alırken Pragmacılık ve Toplumbilim adlı çalışmasında bireyci felsefenin eleştirisini yapar. Sosyoloji Dersleri’nde ise kendi sivil ahlak anlayışını ortaya koyar.

***

Şu Pazar gününde size “ustam” bellediğim bir sosyoloji ve antropolojinin bu değerli isminden bir yazı sunmamın açmamın nedeni ise bundan 115 yıl kaydettiği kabul edilen ve sadece iki hafta önce Paris’te bir plakçıda bulunan ses kaydı.

***

Bakın ne demiş Emile Durkheim “Şeylerin Değeri” adlı kaydında: “Yaşamak her şeyden önce eyleme geçmektir. Hesapsız bir şekilde, bir iş yapmanın saadetiyle, zevkiyle eylemektir”

Önce bilgi: Ölümünden 3 yıl önce, 1913 yılında, öncü dilbilimcilerden Ferdinand Brunot, döneminin seslerini kaydetmek istedi. Pathe tarafından üretilen ilk fonograflar sayesinde Brunot, Sorbonne’da bir stüdyo kurdu ve 300’den fazla kişiden ses kaydı aldı. Sesini kaydettiği meslektaşlarından biri de Durkheim’di. Durkheim da eğitimde sözlü aktarımın kullanılabileceğini düşünüyordu. Bu fırsatı sosyolojinin temel sorularından birine cevap vererek değerlendirdi:

Değer yargıları nasıl kurulur?

Şeylerin değeri onların toplumsal (ya da bireysel) yarar derecesine göre ölçülseydi, insan değerleri sistemin gözden geçirilmesi, hatta baştan aşağı alt üst edilmesi gerekirdi. Çünkü lüks değerlere bu sistemde verilen yer, bu bakış açısıyla anlaşılmaz ve kabul edilemez hale gelirdi.

Tanım itibariyle, fuzuli olan şey gerekli olan şeyden daha az faydalıdır. Fazla olan şeyin yokluğu nihayetinde hayati işlevlerde bir bozukluk yaratmaz. Tek kelime ile söylersek, lüks değerler doğal olarak pahalıdırlar; masrafları sağladığı şeylerden yüksektir.

Onlara küçümseyen gözlerle bakan kuramcılar da vardır, bu kuramcılar onların gerçekte değerli olmadığını anlatmaya çalışırlar. Ancak insanların gözünde bu şeylerden daha değerlisi yoktur. Sanat bütünüyle lüks bir şeydir; estetik eylem herhangi bir yararlı amaç uğruna yapılmaz. Yalnızca ortaya koyma zevki için ortaya konur.

Halbuki şuna kim karşı çıkabilir: İnsanlık her zaman sanatsal ve kuramsal değerleri ekonomik değerlerin üzerine koymuştur.

***

Entelektüel hayatın olduğu gibi, ahlaki hayatın da kendine özgü bir estetiği vardır. En yüksek erdemler, toplum düzeninin daha iyi işlemesi için derhal gerekli olan rutin ve şablon eylemlerde değil, özgürce ve spontane biçimde yapılan hareketlerde, hiç gerekli olmayan hatta bazen ekonomi hesabıyla çelişen fedakarlıklarda bulunur.

Deliliğe kaçan erdemler vardır, ki bu erdemlerin büyüklüğü deliliğinden gelir.

***

Ekonomik hayatın kendisi çoğu zaman ekonominin kurallarıyla sınırlı değildir. Lüks şeylerin en pahalı şeyler olması, onların genellikle en nadir şeyler olması dolayısıyla değildir. Bunun bir sebebi de, o şeylerin en fazla değer gören şeyler olmasıdır.

Çünkü tüm zamanlarda insanlığın algıladığı biçimiyle hayat; bireysel ya da toplumsal organizmanın bütçesinin denk durumda olmasından, dışarıdan gelen uyaranlara en az maliyetle yanıt verilmesinden, alacak ve vereceklerin dengeli durumda olmasından ibaret değildir.

Yaşamak her şeyden önce eyleme geçmektir. Hesapsız bir şekilde, bir iş yapmanın saadetiyle, zevkiyle eylemektir.

Şurası açık ki, ekonomiden vazgeçmemiz mümkün değildir.

Harcayabilmek için kazanmak zorunda olduğumuza göre ancak asıl amaç harcamadır ve harcama da eylemdir.