GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Güncel
9 Ağustos 2021 Pazartesi 08:28

Detaylı iklim krizi raporu... İzmir'in 200 yıl ömrü kaldı!

EKODOSD Bilim danışmanı ve Ege Üniversitesi Fen Fakültesi Biyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ortaç Onmuş, Dünya’nın boğuştuğu küresel iklim değişikliğine ilişkin önemli açıklamalarda bulunarak, İzmir özelinde meydana gelebilecek sorunları değerlendirdi. Onmuş açıklamasında "Antarktika, Grönland ve dağlardaki bütün buzullar erirse dünyada deniz seviyesi 70 metre yükselecek. Şu anda Bornova’daki deniz seviyesi bile 14 metre… Bu şekilde giderse maksimum 200 yıl sonra bunlar gerçekleşecek. İzmir diye bir yer kalmayacak" dedi.

Menduha Ceylan / EGEDESONSÖZ- Gün geçmiyor ki yeni bir felaket haberleriyle uyanmayalım… Türkiye son yıllarda yaşanan doğal afetler sebebiyle birçok kez derin yaralar aldı. Yaşanan sel, heyelan ve orman yangınlarının en büyük sebebi ise küresel iklim değişikliği…

İnsan eliyle doğaya verilen zararlar, doğa tarafından karşılıksız kalmıyor. Tüm dünya küresel iklim kriziyle ilgili teyakkuza geçmişken; Türkiye’de gerçekleşen felaketler uzmanlar tarafından bir an önce önlem alınması gerektiği konusunda doğanın alarmları olarak yorumlanıyor.

Yaşanılan küresel iklim değişikliği her geçen gün Dünya’nın daha da ısınmasına yol açıyor. Dünya neden ısınıyor? Bunun sebebi kesinlikle; Güneş’in aktivitesindeki herhangi bir artış, Dünya’nın yörüngesindeki bir sapma, kıtasal levha hareketliliği veya volkanik patlamalar değil... Peki ne oluyor da Dünya’nın ısısı artıyor? Bu konuyu anlamak da güç, anlatmak da güç…

Ekosistemi Koruma ve Doğa Sevenler Derneği (EKODOSD) Bilim danışmanı ve Ege Üniversitesi ve Fen Fakültesi Biyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ortaç Onmuş ile meydana gelen küresel iklim değişikliğinin ne olup ne olmadığı konusunda konuşarak, bizi bekleyen sonuçları değerlendirdik.

Doç. Dr. Onmuş, Güneş ışınları ile ısınan her cismin etrafına sahip olduğu ısıyı kızılötesi ışık olarak yansıttığını ancak atmosferdeki hava kirliliği dolayısıyla bu ısının uzaya gidemediğini aktararak dünyanın şu andaki bu halinin polar kıyafet ile güneşin altında koşan bir insana benzetti. Onmuş, Güneş sizi daha çok ısıtmasa da polar kıyafet nedeniyle vücudunuz sıcaktan pişecektir. İşte Dünya’nın da başına gelen tam olarak budur. Atmosferde bulunan ve normalin çok üzerinde olan metan gazı ve karbondioksitin, atmosferi daha yoğun hale getirdiği ve sonuçta polar kıyafet gibi ısının uzaya geçmesine engel olduğunu; dolayısıyla dünyanın soğuyamadığı ve giderek ısınmasına yolaçtığını belirtti. Doç. Dr. Onmuş, atmosferdeki kirliği Antarktika’da bulunan Vostok Buzulu üzerinden yapılan bilimsel çalışmalar ile anlattı. 

Vostok Gölü, deniz seviyesinden 500 metre aşağıda bulunan bir göl olup üzerinde 4 kilometre yüksekliğinde buzul olan bir göldür. Gölün üzerindeki bu buzulhiç erimemiş bir buzul olup 650 bin yıl boyunca yağan kardan oluşmaktadır. Buzulun bu özelliği de onu iklim bilimcilerin geçmişe yönelik atmosfer hakkında bilgi alması için bulunmaz bir kaynak yapıyor. Dünyanın birçok yerinden araştırmacılar bu buzul üzerinde sondaj çalışmaları yaparak yıllara göre dünya atmosferinde bulunan metan gazı ve karbondioksit analizini gerçekleştirebiliyor. Sondajlarla çıkarılan buzul karotlarındaki renk değişimleri buzulun kaç yıllık olduğu hakkında bilgi verirken aynı zamanda dünya üzerindeki kirliliği gözler önüne seriyor. Karottaki koyu renkli halkalar kirliliğin -yani Kuzey Yarım Küre’de yaşanan kış aylarının- dünyanın evrimsel sürecindeki büyük felaketlerin tespiti konusunda bilim insanlarına yardımcı oluyor. Buzuldan alınan karot örneklerinden 650 bin yıl boyunca atmosferdeki metan gazı seviyesinin 300 ile 700 ppm arasında değiştiği, karbondioksitin ise 180 ile 280 ppm arasında bir değişiklik sergilediği anlaşılıyor. Peki, günümüzde bu gazların seviyeleri ne durumda?

DÜNYA BUNU YILLARDIR BİLİYOR…
Atmosferdeki şu andaki karbondioksit seviyesinin 410 ppm, metan gazı seviyesi ise 1850 ppm olduğunu açıklayan Doç. Dr. Onmuş, “Bu kirliliğin sebebi insan kaynaklı... Dünya bunu yıllardır biliyor, bizler bilmiyoruz. Hava kirli olduğu için soğuyamıyor. Güneşten gelen ışın çarptığı her yeri ısıtıyor. Çarptığı her cisim etrafına infrared ışık yayıyor, bu ışık atmosferden uzaya geri yansıyamıyor… Normalde temiz bir atmosferde ısı ışınları uzaya gider ancak içerisinde karbondioksit, metan gibi moleküller infrared ile etkileşime girer, havayı ısıtır ve ısınmış gaz tekrar etrafına ısı yayar. Biz Dünya’yı atmosferdeki kirlilik dolayısıyla soğutamadığımız için ısınıyoruz

POLAR KIYAFET GİYMİŞ BİR DÜNYADA YAŞIYORUZ
İklim değişikliğine yol açan sıcaklık artışı havanın kirli olması nedeniyle yeryüzünde ısınan her cismin ışını atmosferde tuzağa kapılıyor.Yani bizler, polar kıyafet giymiş bir dünyada yaşıyoruz. Bu nedenle iklim değişikliği meydana geliyor. Gerçek neden bu ve bu polar kıyafeti dünyaya giydiren bizleriz, insanlar…” dedi.

Atmosferdeki kirliliğin en büyük sebeplerinden birisi metan ve belki de farkında olmadan bu kirliliğe sebebiyet veriyoruz… Geviş getiren hayvanlar vücutlarında günde ortalama 250 ile 500 litre arasında metan üretebildiğini biliyor muydunuz? Hayvancılık üretiminin et tüketimiyle doğru oranda artması atmosferdeki metan yoğunluğunu ciddi derecede arttırıyor...Ayrıca, Dünya’nın yüzde 11’lik bir bölümünü kaplayan ve yılın 12 ayında buz olan tabakanın altında yaklaşık altından 60 milyar ton metan, 560 milyar ton karbondioksit bulunuyor. Doç. Dr. Onmuş ise bu konuya ilişkin,“Eğer dünya ısınmaya, buzullar erimeye devam ederse atmosferdeki metan ve karbondioksit seviyesi 30 katına çıkacak ve Mars yüzeyine döneceğiz” ifadelerini kullandı.

DÜNYA NEDEN SOĞUYAMIYOR?
Atmosferdeki kirlilik ile beraber Dünya’nın soğuyamamasının bir numaralı sebeplerinden biri de su kaynaklarının, sulak alanlarının kurutulması… Doç. Dr. Onmuş, “Türkiye’de son 100 yılda 300 bin hektar sulak alan kurutuldu. Bu  çalışma Turkiye Bilimler Akademisi desteği  ile yapılmış bir araştırma ve çalışma kapsamında eksikliklerimiz var.Tahminlerimize göre Türkiye genelinde 1 milyon hektar sulak alan kaybolmuş olabilir…Yani Marmara Denizi büyüklüğünde bir sulak alan yok artık Türkiye’de... Bunu 500 parçaya bölün ve Türkiye’ye yayın… Ne hale gelir Türkiye? Yemyeşil, sulak hale…” dedi. Maddelerin özgül ağırlıklarının farklı olması sebebiyle sıvı ve katıların ısınma-soğuma sürelerinin farklılığına dikkat çeken Onmuş, “Sıvılar kolay ısıtılamaz ve soğutulamaz. Beton, toprak ise öyle değil… Biz drenaj kanalları açarak sularımızı denizlere gönderdik, drenaj kanalları açarak suyu tarlalara gönderdik. Aşırı su kullandık, kanalizasyonla denize gönderdik. Biz suyu kuruttuk, buharlaştırmadık. Türkiye’de sulak alanların kurutulması iklim değişikliğinin en önemli nedenlerinden birisi. Çünkü sulak alanlar iklimin aşırı soğumasını, ısınmasını engeller.

İZMİR’DE YEŞİL ALANIMIZ YOK!
İkinci neden ise yeşil alanların yok edilmesi… İzmir en düşük kentsel yeşil alana sahip olan şehirlerin başında geliyor. Yeşil alanımız yok. Her taraf beton ve inşaat... Kumsalda ayaklarımız yanıyor, denizdeyken yanmıyor… Peki biz evlerimizi kumsalda olan topraktan, betondan yaparsak ne olur? Cayır cayır yanarız. İklim değişikliğini; taş ve beton kullanarak, sulak alanları ve bitki örtüsünü yok ederek biz meydana getiriyoruz. Daha havayı kirletmeden yapıyoruz bunları…Türkiye’nin her yerini simsiyah renkle asfaltla kapladık. Eğer çatı katında yaşıyorsanız evinizin çatısını siyaha boyamamı ister misiniz? Niye bütün ülkeyi simsiyah asfaltla kaplıyoruz o zaman? Asfaltın rengini beyazlaştırmak çok mu zor? Sahil şehirleri beyazdır, ısınmasın diye. Güneş ışınını çekmesin yansıtsın diye… Her taraf çok aşırı ısınıyor. Isınan cisimler etrafına infrared ısı ışınları yayıyorlar ve hava kirliliğinden dolayı bu ısı ışınları yayılamıyor” diye konuştu.

BİLGİYE DEĞİL SAHTEKARLIĞA DEĞER VERİYORUZ
İklim değişikliğinin kuyuya taş atmak gibi kümülatif bir etkisi olduğuna değinen Doç. Dr. Onmuş, “Kuyuya kimin taş attığının önemi yok. Bizler kötü  sanayileşme ve kötü kentleşme yaptığımız zaman Amerika da bunun ceremesini çeker. Amerika  da kötü  kentleşme  ve sanayileşme yaptığında biz de bunun ceremesini çekeriz Çünkü tek bir atmosferimiz var. Ülkelerin kapı giriş çıkışları olabilir ama atmosferlerimiz bir. 167 ülke var ancak tek biratmosferimiz var.  Bir numaralı yapılması gereken şey iklim değişikliğinin ne olduğunun gerçek anlamda bilinmesi… Hala daha UV ışının dünyayı ısıttığını iddia eden insanlar var… Bu ülkede bilgiye değil sahtekarlığa değer veriyoruz. En büyük sıkıntımız bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmak. Herkesin bir fikri var... Şu an İzmir Büyükşehir Belediyesi’ne gitsek, iklim değişikliği hakkında tonla uzman çıkar, hangisi iklim değişikliğinin temel sebebini ortaya koyabilir? Gerçek sebebi bilmek lazım” ifadelerini kullandı.

BİNDİĞİMİZ DALI KESMEKLE MEŞGULÜZ
Bilgi sahibi olmadan yapılan yanlışlara çam ağaçlarını korumak amacıyla yaptığı uygulamalar üzerinden de örnek veren Doç. Dr. Onmuş, şu sözleri söyledi:

“Çam ağaçlarını yiyen, yok eden bir tür var; Çam keseböceği… Ağaçlarda kozalar yaparlar, insanlar üzerinde öldürücü etkileri vardır ve çam ağaçlarını yok eder. Halkın da bildiğin tanımıyla güven… 20 senedir kamu kurumları  bu böcekleri durdurmak için sürekli projeler yürütüyor. Predator böcek yetiştiriyor, bu predator böceği yetiştirenlere para veriyor, ormanlara attırıyor. Predator böcek gelecek bu çam kese böceğini yiyecek… Yaptıkları işin doğru olmadığını gösterecek bir örnek vereyim; bu Çam keseböceğinin yaşadığı alanda gece sıcaklığında 1 santigrat derecelik artış yaşandığında bu böceğin hayatta kalma oranı yüzde 50 artıyor. Bir noktadan başka bir noktaya yayılım oranı 5 kilometre artıyor… Gece sıcaklığındaki artış bu böceğin enerjisini vücut ısısını arttırmasına değil, üremesine kullanmasını sağlıyor. Peki biz orman kenarlarının yanına otoyol yapıyor muyuz? Asfalt döküyor muyuz? Yazın asfaltta sıcaklık 90 derecelere çıkar, 1 derece sıcaklık artışı bile bu hayvan için bu kadar büyük etki sağlarken orman kenarına asfalt yaparsak, ne olur? Bu böceği durduramayız. Orman kenarındaki otoyollarının renklerinin beyaza yakın bir şekilde değiştirilmesi bile bu böceğin Türkiye’deki popülasyonunu büyük ölçüde azaltır. Bizler Nasrettin Hoca gibi bindiğimiz dalı kesmekle meşgulüz.”

İZMİR YORUMU: DOĞA GERİ ALACAK!
İklim değişikliğiyle birlikte deniz seviyelerinin son 50 yılda 25 santimetre yükseldiğini, bu hızda gerçekleşen tahribat sonucunda bunun önünün alınmayacağını vurgulayan Doç. Dr. Onmuş, İzmir üzerinden örnek vererek açıkladı. Onmuş, “Şu an Mavişehir bölgesinde bir dalga kıran mevcut. Dalga kıranın olduğu nokta denizin seviyesiyle şu anda tam tamına aynı seviyede… Normal şartlarda deniz seviyesinden yaklaşık 1 metre aşağısında olması gerekiyordu.

1954 yılında deniz, Çiğli tren istasyonun bulunduğu konumda.Şu anda baktığımızda kara olan 1600 metrelik alan denizmiş, üstü tamamen molozla kapatılmış… Doğa geri alacak burayı. Aynı şey Karşıyaka’nın ve Alsancak’ın ciddi bir kısmı için geçerli. Alsancak’ta deniz kıyısında 1 metrelik bir beton bariyer vardır; şu anda Alsancak’taki sokakların yüksekliğiyle deniz seviyesi yüksekliği aynıdır, hatta belirli yerlerde deniz seviyesinin altındadır. Her yıl deniz seviyesi birkaç santimetre daha yükseliyor. Eğer küresel iklim değişikliği, havadaki kirlenme bu şekilde devam ederse önümüzdeki 100 yıl içerisinde sular altında kalacak bu bölgeler. 2080 yılına kadar deniz seviyesinin 60 santimetre yükselmesi bekleniyor tüm dünyada… 

İZMİR DİYE BİR YER KALMAYACAK!
Sadece Grönland’daki buzullar bile erirse tüm dünyanın deniz seviyesi 6 metre yükselecek. Antarktika, Grönland ve dağlardaki bütün buzullar erirse dünyada deniz seviyesi 70 metre yükselecek. Şu anda Bornova’daki deniz seviyesi bile 14 metre… Bu şekilde giderse maksimum 200 yıl sonra bunlar gerçekleşecek. İzmir diye bir yer kalmayacak. Bundan 30 yıl sonra deniz kentlerinin çoğu terk edilmiş hale gelecek Türkiye’de. Mavişehir’in 5-10 milyonluk villalarına 5 lira para vermeyecek kimse…” dedi.

BETONLAŞMA ARTTIKÇA BUHARLAŞMA ARTAR!
Yaşanılacak büyük felaketlerin önüne geçmek için yapılması gerekenlerden bahseden Doç. Dr. Onmuş, “Doğal yaşam alanlarına zarar vermemek, sulak alanları ve ormanları korumak, doğal yaşam alanlarını değiştirmemek; nehir yataklarını bozmamak gerekiyor. Her yer beton olursa su nereye akacak? Bulduğu ilk yeri yıkıp geçer. 1980 yılında Kaliforniya’da dere yataklarının hepsi betondu ve 20 yıldır bu betonlardan kurtulmak için çabalıyorlar. Türkiye ise bütün dere yataklarını betonlaştırıyor. Şu an Amerika’da susuzluğun en çok hissedildiği yer de tam olarak Kaliforniya. Nehrin sağladığı suyu siz direkt denize döker, şehrin içerisindeki sulak alanları beslemesini engellerseniz, su kaynaklarınızı kaybedersiniz. Betonlaşma arttıkça buharlaşma da artar. Amerika’nın 70’lerde yaptığı hataları biz hala yaparak kentleştiğimizi modernleştiğimizi zannediyoruz.

SICAKLIKLARIN ARTMASI ANİ YAĞIŞLARI BERABERİNDE GETİRİYOR
Havayı ne kadar ısıtırsanız, yağışın olma ihtimalini o kadar azaltırsınız. Bu kentin az yağış almasının sebebi çok sıcak almasıdır fakat hava birikir birikir artık yukarıda nemin alabileceği tek bir boşluk kalmaz ve sonunda  ani bir şekilde yeryüzüne düşer. Bu da sele sebebiyet verir... Eskiden 40 ikindi yağışları vardı, 40 gün arka arkaya öğleden sonra yağışlar gerçekleşirdi; böyle bir yağış yok artık. Hafif hafif olup boşaltması gerekirken, biriktiriyor ve ani bir şekilde yağışlar gerçekleşiyor. Ani gerçekleşen yağışları toprak tutmuyor” diye konuştu.

YA CAHİLLİK YA HIRS!
Aslında buraya kadar Doç. Dr. Ortaç Onmuş’un da anlatmak istediği şey tam olarak şöyle; Doğal yaşam alanlarına ne kadar zarar verirsek iklim değişikliğini o kadar kötü yaşayacağız... Sürece müdahale edilmeden, önlem alınmadan devam edilmesi durumunda gerçekleşecekleri aktararak Onmuş, “Su savaşları olacak. 50 yıl içerisinde insanlar birbirine girecek, hayatta kalma mücadelesi vereceğiz. Türkiye’de buğday üretilmesi gereken yere, Konya’ya en fazla su tüketen şeker pancarı ekiliyor ve devlet politikalarıyla destekleniyor bu. İzmir’de ata tohumunu üretmek iyi davranışlar ancak bunlar havanda su dövmek. Bunlar iklim değişikliğini değiştirmez. İklim değişikliği bizim kentleşmemizdeki bakış açımızdır” dedi ve İzmir’de bu konularda yapılan hatalardan bahsederek şu sözlerle cümlelerini noktaladı:

“İzmir’de nehir yataklarımızın bütün hepsi taş ve beton. Bütün nehirlerimizi toprakla buluşturmadan denize akıtıyoruz. Benim babam gençliğinde İzmir’de kürekle kazarak 7 metreden su çıkardığını söyler, bugün İzmir’de içme suyunun çekilebileceği mesafe 285 metre. Bu su nasıl yok oldu? İzmir’de toprağa geçecek tüm su kaynaklarını para vererek betona çevirdik. Su kanaldan denize akıyor ve diyoruz ki suyumuz yok… Homeros Vadisi’ndeki göllerin tabanın hepsi beton ve belediye yaptı bunu. Eskiden İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin su istasyonları vardı o su Homeros’tan geliyordu, şimdi belediye o suyu parayla satıyor. O dağdan içme suyunu biz denize akıtıyoruz. Toprağa değmiyor. Biz bunun için milyonlarca TL para verdik. Sebebi cahillik ve belki de para kazanma hırsı…"